27 Aralık 2009 Pazar

Bu Ne Biçim Hayat

bu ne bicim hayat
bu ne bicim postaci
uc defa caliyor kapiyi
bu ne bicim kel
hem merhemi var
hem surmuyor basina
bu ne bicim bicimler
istediginiz kadar cogaltilabilir
memleket cok musait buna
ornegin yeni bir komsu tasindi karsiya
bir baktim fahriye abla!
kirk yillik bir rotar yapmis erzincan treni
ben gelmisim su yasima
o ise siirdeki yasindan gun almamis daha
benimki ne bicim hayat
uymuyor ne gorduklerime
ne duyduklarima
ne okuduklarima
ben ne bicim benim
ne kendime benziyorum
ne baskalarina
.............

17 Aralık 2009 Perşembe

...

konuşarak hayatı bitiren insan bozmaları,
anlata anlata bitirilmiş hikayeler...
kurgulanmış yalanlar,
inanılmış masallar...
kırılmış düşler....

15 Aralık 2009 Salı

Alış-Veriş

alış veriş üzerine kurulmuş
insan ilişkileri,
verdiğin zaman iyisin,
vermediğin zaman kötü...
verdiklerinin karşılığında bir şey beklemek
büyük suç...
hep ver,
hep ver,
hep ver,
hiç alma
ama hiç,
sakın isteme karşılık...
istersen kötü adamsın...
karşılıksız sevgiler yalan zaten...
kim demiş karşılıksız sevgiler var diye...
onlar leyla ile mecnun hikayelerinde kaldı...

6 Kasım 2009 Cuma

Gidiş

yine gidiyorsun uzaklara,
temmuz sıcağında,
güneşin altında
yürürsün,
uzaklaşmak istersin hayallerinden
bir sen varsındır,
birde kırık kalbin...
suskundur dilin,
hüzün doludur yüzün,
konuşmak zulümdür sana...
susmak için gidersin bu yolculuğa
kaçmak için değil....
susarsın da...

3 Kasım 2009 Salı

Yine Geldim...

ve ben
yine geldim,
buraya,
ümitlerimi bağladığım bloguma,
kendime...
gölgeme değil,
aslıma....
yanıma aldığım kırık düşlerimle,
sevgi dolu haykırışlarımla,
yüreğimin yangınlarıyla,
gecelerimin ışıklarıyla,
olduğum gibi,
kendim gibi
........

20 Ekim 2009 Salı

YOK...

karanlıkta,
gölgesini aramaya gitti....
uzunca bir süre de gelmeyecek....

14 Ekim 2009 Çarşamba

Boş

boş bir hayat,
boş bir yüz,
boş bir gülümseme,
boş bir hayal,
boş bir dostluk,
boş bir sevda,
boş bir aşk,
boş bir arkadaşlık,
boş bir sevgi,
boş bir ideal,
boş bir hedef,
boş bir dünya,
boş bir boşvermişlik,
boş bir sitem,
boş bir kırgınlık,
boş bir kavga,
boş bir uğraş...
boş ve boşuna herşey...

13 Ekim 2009 Salı

Başlıksız

durma bu yanda
gidip gelmekle yükümlüsün her daim
ne bu tarafta ol,
nede diğer tarafın adamı ol...
sus!
sakın,
söyleme o tarafın hikayesini
sende kalsın acıların
içine akıt kanlarını
yaralarını göstereyim deme
ezerde geçerler sonra...

9 Ekim 2009 Cuma

Sesler Yüzler Sokaklar...

Taş baskısı bir plakta
yorgun bir ses cızırdar
küflü sayfalarında bir albümün
gülümser o soluk fotoğraflar
kıvrılırken bir kentin alanına
tutunur geçmiş yıllarına
tutunur anılarına
ince uzun duvarlar
kaç hayat yaşadınız söyleyin
sesler yüzler sokaklar
yankısı kalmadı seslerin odalarımızda
sahipleri çoktan öldü fotoğrafların
adımlarımızdan yoruldu yollar
kaç hayat ya adınız söyleyin
sesler yüzler sokaklar
şarkısını yitirmiş sesler
gençliğini yitirmiş yüzler
evlerini yitirmiş sokaklar
kaç hayat yaşayacaklar daha?
daha kaç hayat yaşayacaklar?
unutlur mu yoksa birgün
sesler yüzler sokaklar
bunca yaşamışlıktan sonra
hiç unutulmayacaklar
hiç unutulmayacaklar...
Murathan Mungan

8 Ekim 2009 Perşembe

Çalınan Değerler

yaklaşık iki ay önce;
laptop,fotoğraf makinası ve hard disk çaldırdım...
bu aletler beni hayata bağlayan en önemli şeylerdendi...
fotoğraf makinamla herkesin görmediği,bilmediği yerlere gider,
kendimce fotoğraflar çekerdim,hikayaler toplardım...
topladığım an'lar harddiskimde birikirdi...
yıl yıl,ay ay,gün gün arşivlenmiş an'lar...
boyutu 100gb civarındaydı....
hepside gitti...
bunu geçtik...
beş yıldır topladığım müzik arşivine ne demeli...
200 gb civarında depolanmış müzik...
sanatçıların isimlerine göre dizilmiş...
yıl yıl çıkardığı albümlerin tamamı....
her canım sıkıldığında açtığım,
gecelerimin sadık dostu müziklerim...
onlarda gitti...
sevdiğim 200 filmin gitmesini kayıptan bile saymıyorum artık,
napayım...
yazdığım ve paylaşmadığım
onca şiir,yazı,hikaye...
yazmaya başladığım ve yarıladığım ilk kitap roman denemem
o da gitti...
o kadar zaman,
o kadar uğraş,
emek,fedakarlık....
hepsi bir hırsızlıkla gitti....
alan insan ne yaptı acaba...
çok merak ediyorum...
o kadar fotoğrafı,müziği,filmi,yazıları...
makinayı....laptop'ı...
kullanmamıştır bile....
delete enter yapıp o kadar birikimi silip satmıştır bir tuşla....
tıpkı hayatımdaki diğer insanlar gibi...
değer verdiğim insanların yarı yolda bırakması gibi...
dostum dediğim insanların,
emek verdiğim değerlere uzaktan bakması gibi....
insanların beni bir tuşta silmek istemesi gibi....
***
alışkınım
gitmelere,
silmelere,
silinmelere...
yapılan hırsızlıklara,
vakitten almalara,
ömürden çalmalara....

1 Ekim 2009 Perşembe

Son Mesaj

Titresin bir mum alevinde o eski günler,
Bir gümüş çerçeveden seyret yine maziyi...

Bir nezaket, bir ince söz duyarda belki,
O sararmış resmim hayat bulur yeniden...

Gönlü geniş ve ruhu gezgin sufi meşreplilerin kırk kuralı:

10. kural:
Ne yöne gidersen git,
doğu,batı,kuzey ya da güney-
çıktığın her
yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün!
Kendi içine yolculuk eden kişi,
sonunda arzı dolaşır.

25 Eylül 2009 Cuma

Hayat Buraya Hiç Uğramamış

doğduğum evde,
karanlığın ortasında düşünceler içindeyim...
başımı kaldırıp bu eski ve bakımsız evde göz gezdiriyorum...
sanki burada kimse yaşamamış,
umutlar uyanmamış,
kızgınlıkla söylenen sözler ağızdan çıkmamış,
küsülmemiş,
barışılmamış,
hayattan şikayet edilmemiş,
hiç hayal kurulmamış,
hiç gözyaşı dökülmemiş,
yenmemiş,
içilmemiş,
nefes alınmamış,
takvimdeki yapraklar eksilmemiş,
hayat buraya hiç uğramamış,
beni ben yapmamış,
hayat nerede peki?
o ne?

12 Eylül 2009 Cumartesi

Düş ve Düşünce Çıkmazı...

rendekar doğru mu söylüyor ?
"düşünüyorum öyle ise varım"
oldukça makul.
fakat bundan tam tersi bir sonuç,
varolmadığım,
bir düş olduğum sonucu da çıkar.
düşünen bir adamı düşlüyorum.
düşündüğümü bildiğim için ben varım.
düşündüğünü bildiğim için,
düşlediğim bu adamın da var olduğunu biliyorum.
böylece o da benim kadar gerçek oluyor.
bundan sonrası çok daha hüzünlübir sonuca varıyor.
düşündüğünü düşlediğim bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum.
öyleyse gerçek olan biri beni düşlüyor...
o gerçek ben ise bir düş oluyorum....

İhsan Oktay Anar

8 Eylül 2009 Salı

Eksik Hayat

dokunmak bir cehennem,
dokunmadan bakakalmak ayrı bir cehennem,
istesende istemesende bu hayatı yaşamak zorundasın,
tamamlamak zorundasın bunca yarım şeyleri,
olduğun yer,
olmak istediğin yer arasında gidip gelen,
eksik bir hayat,
olmamışları oldurmakla yükümlüsün,
son vermek istesende,
olmuyor,olamıyor....
hep bir tarafın durduruyor seni
bu amansız,
bu acımasız yaşamı noktalamana birşeyler engel oluyor,
bir yanın durmak istiyor olduğun yerde,
diğer yanın geri gitmek istiyor umarsızca...
bir diğer yanınsa herşeye rağmen ileri gitmen için uğraşıyor....
sen ise bir orada bir burada harcanıyorsun çoğunlukla....

Gibisin

karanlıkta,uzaklarda bir yerde ışık hüzmesi gibisin,
yağmurda,şemsiye altı
kar'da ısınılası bir yer
yalnızken omuzdaki el
ağlarken boğazdaki hıçkırık
konuşurken ses
susarken sessizlik gibisin
uçarken kanat
koşarken ayak gibisin
elmanın diğer yarısı
sağ elimin karşısındaki sol el gibisin

Yaz Sonu

yaz inceliyor, güz
bizse hiç büyümeyen rus bebekleri
bir düşte karşılaşmıştık, bir düşte kaybolduk
hadi birimiz uyandırsın artık ötekini
birbirinin karanlığına kapatılmış
birbirinin içinde tipiye tutulan
her kozaya ayrı biçilen uzun kışlardan
hadi birimiz uyandırsın artık ötekini
ilkgençliğin yazıları bitti.
Şimdi bırakılmış çiftlikler
yağmurlarla boşalmış leylek yuvaları
elimizde sorular, gün yeniden dağıtıyor
kalanlar için yazılanları
yaz sonu yaz sonu yaz sonu
Biliyorum
yine haziran yine temmuz yine ağustos

Murathan Mungan

18 Ağustos 2009 Salı

Bir Söz

"Uzun zamandan beridir hayatın -gerçek hayatın-
başlamak üzere olduğu izlenimine kapılmıştım.
Fakat her zaman yolumun üzerinde bir engel,
öncelikle erişilmesi gereken birşey,
bitmemiş bir iş,
hizmet edilecek zaman,
ödenecek bir borç oldu.
Sonra hayat başlayacaktı.
Sonunda anladım ki
bu engeller benim hayatımdı."

Alfred D. Souza

13 Ağustos 2009 Perşembe

Yüksek Topuklar Hakkında

Bundan birkaç yıl önce yazmaya karar vermiştim bu öyküyü. Güzel ve uzun bir öykü olsun istemiştim. Her zamanki gibi onca iş, onca uğraş girdi araya; gündeliğin hayhuyunda başka öyküler, başka öykücükler; yalnızca yazılan, yazılmayı bekleyenler değil, yaşananlar da geçit vermedi... Sonunda, 'Bir gün yazarım, nasıl olsa bir gün yazarım, ' diye beklettiklerimden biri olup çıktı bu da... Kimi zaman, yazdığımda, kim bilir nasıl müthiş bir kitap olacağını düşleyip, heyecanlandıklarımdan biri olarak geliyordu aklıma; kimi zaman da yazamadıklarımın yüreğimi daraltan ağır çeki taşlarından biri olarak...
Bu tür 'muhasebeler' içinde bulunduğum ruh haline göre değişiyordu; belki yazacağı onca şeyi üst üste yığıp yıllar boyu onlarla birlikte gezen bütün yazarlarda böyle oluyordur. Artık onları bilemem. Ama her zaman söylerim, yazıp da, düşlediklerinizin ne kadarını yazabildiğinizi görmektense, 'bir gün yazdığımda nasıl müthiş bir şey olacak kim bilir! ' diyerek kendinizi geleceğe ertelemeniz daha heyecan vericidir. Bilirsiniz, insanları heyecanları yaşatır.
Buraya kadar söylediklerimden benim bir yazar olduğumu düşünmüş olmalısınız; hayır, değilim, ama öyle zannedilmek hoşuma gidiyor. Aslında yazıya gönül vermiş olduğumu, boş zamanlarımda, nasıl derler, 'kendi çapımda' öyküler, öykücükler, çeşitli denemeler yazdığımı, ne yazık ki, ancak birkaç yakınım biliyor. Onların da pek ciddiye aldığını sanmıyorum.
Başarılı bir grafikerim, işime çok asılmamakla birlikte fena para kazanmıyorum; bunların bana yettiğini düşünüyor olmalılar. Yazdıklarımdan, yazmaya çalıştıklarımdan kimselere pek söz etmem; hem kendimi sahiden bir yazar olarak görmeyişimden kaynaklanıyor bu -insan kendini bir yazar gibi hissetmezse, başkaları için nasıl ikna edici olabilir? -; hem de heyecanlarıma kapılıp birkaç kez anlatacak gibi olduğumda, karşılaştığım genel bir kayıtsızlık, umursamaz tavırlar ya da anlattıklarımın başkaları tarafından inançsız gözlerle dinlenmesi, beni bu konuda iyice ürkek yaptı. Ben de bu arzumu kendime saklamaya karar verdim. Eğer günün birinde iyi bir kitap yazabilirsem, hepsinden öcümü almış olacağım.

Murathan Mungan

7 Ağustos 2009 Cuma

Gecenin Soğuk Yüreği

Bir elimizde hasret, bir elimizde gecenin soğuk yüreği ile özlemlerimizi dindirdiğimiz nice anlarımız vardır ve binlerce âhın içine gizlediğimiz nice sabır dualarımız… Hasretimiz alabildiğince zirveye tırmandıkça, gözyaşlarımız kuytulara saklanır. Suskunluğumuz aslında kıyamettir o an. Dile gelmek istesek de gelemeyiz, saatlerin gece yarısını vurduğu özlem dolu o demlerde, anlatamadığımız, anlatamadıkça içimizdeki en güzel şeyleri bile zehre dönüştüren o suskunluğumuz gözlerimizde yansımaya başlar. Hüzün dolu o bakışlar bomboş duvarlara takılı kalır. Bir o kadar da kahır eklenir.

Kaçıncı kez denemişizdir oysa mutluluğu ve umutsuzluğu kaçıncı kez söküp atmak istemişizdir yüreğimizden. Sevdanın gücüyle aşkın lideri olmaktı hep düşüncelerimiz, ama kader bu ya, hep olumsuzlukları sermiştir önümüze, hep yalnızlıkları tutuşturmuştur elimize. Yüreğimize bir çift kanat takıp da uçuran düşlerimiz, hayallerimiz, özlem dolu bekleyişlerimiz yalnızlığın potasında, gün gün eriyip yok olurken içimiz acıyla burkulur.

Bir zamanlar acılar ne kadar da uzak gibiydi bizden, ayrılıklar bile. Hasret acısı hiç gündeme gelmezdi. Her şey sevda adına anılırdı. Çünkü yeni umutlar vardı içimizde. Her soluk alışımızda kullanılmış sabahlarımız olsa da, yaşayacaktık… Tanıyacaktık hayatı, biz de herkes gibi ama hazırlıksız geceler tutuşturuldu ellerimize. Nereden bilecektik ki yalnızlıklar bu gecelerin içinde. Acı, sitem, kahır karanlıkların derinliklerinde.

Ne yılların tadı var artık ne de beklenen günlerin. Kurduğumuz cümleler bile olumsuzluklarla noktalanır oldular. Hani o saçlarımızı savuran baharlar, yüreğimizde demlenen muhabbetler, dilimizdeki şükür dualarımız, yudum yudum içilen sevda iksiri nerelere gizlendiler. Umudumuz an be an kırılır oldu. Yorgun ve kimsesiz oluşumuz boşuna değil, gecelere serilen gurbet yataklarına uzandıkça, boşuna değil yüreğin çırpınışları. Kederden örülü renge bürünen gözler buğulandıkça, yürek çırpınmaktan başka ne iş yapabilir ki…

Böyle gecelerde, sessizliğin çığlığıdır kulaklarımızdaki ve her şeyin sonu gelmiş gibi gelir. Sanki bütün şehrin elektrikleri kesilmiş ve bir siz varsınız koskoca şehirde, bir başınıza üstelik. Kendi hikâyenizle baş başa, kaderinizle, kendi alın yazınızla, acılarınızla, yaralarınızla, öfkenizle, çığlıklarınızla ve kabullenmişliğinizin onca yalnızlığıyla. Bu boyun eğmekten başka nedir ki geceye ve eğdiğimiz sürece hep böyle yitik, böyle yalnız, böyle göçmen kalacağız. Nereye gidersek gidelim hep yalnız olacağız. Sonunda bu yaşam bizim için iğreti bir hal olup çıkacak.

İşte bir karabasan gibi çöker gecenin karanlığına yalnızlık. Mutluluğa ait ne varsa siler süpürür, hüzün çiçekleri açtırır gönül bahçelerinde, göz pınarlarını coşturur, üşür artık duygularımız üşür sabır dualarımız. Ellerimiz tutunacak bir destek arar, gözlerimiz korkularımızı yüreklendirecek bir ışık, gece karanlığında titrer, geceyle birlikte yürek titrer. Dert, keder, özlem, hasret gecenin süsüymüş gibi kurulur karanlığa.

Hep bir şeyler istedik, bir şeyler bekledik aşktan ve de sevdadan. Fakat isterken ve de beklerken, ne kadarının ne miktarda huzur ve mutluluk vereceğinin hesabını yapmadık, yapamadık. Bu yüzden gecelere hapsettik kendimizi. Sessizliğin sesini hissettikçe, duman duman çektik karanlıkları içimize. Acılardan damıtılmış gözyaşlarımız, hasretin yangınlarıyla kor kor indi de yüreğimize aldırmadık.

Oysa kendimizi huzur içinde alabildiğince rahat ve hatta elimizi uzatsak, mutluluğu salkım salkım koparacak gibi hissettiğimiz anlarımız olmadı mı ve sevdamıza bir nefes kadar yakın olduğumuz, dahası istersek ruhun bedenden sıyrılıp, duyguların yoğunluğunda gezindiği, acıya kedere karşı galibiyet kazanmış gibi hissettiği zaman dilimi hiç mi hiç olmadı mı sanki. Ebetteki olmuştur. Ama biz çekilen acıları, mutluluklardan daha çok hatırlarız nedense. Sanki çekip giden yıllar mutlulukları da beraberinde götürmüşler de, bize sadece geceler kalmış gibidir. Kireç bağlamış isyanımızı, umutsuzluklarımızı, öfke ile düğümlenmiş yüreğimizi, donup kalmış sevdamızı gözyaşlarımızın sıcağında eritmeye kalkarız bu gecelerde.

Her şey ama her şey gelip geçicidir aslında. Her insanın kendine göre bir hayat hikâyesi olacak elbette. Bu hikâyenin içinde küskünlükleri, beklentileri, hayal kırıklıkları, duygu çıkmazlarında bocalamaları, pişmanlıkları, içinde düğümlenip kalan isyanları ve de öfkeleri olacak. Bir gün hayattan soyunduğumuzda her şeyin kısacık bir geçitten ibaret olduğunu göreceğiz.

Sevdalara attığımız ilk adımlarımız, hayat boyu unutamayacağımız yaşanmışlıkların başlangıcı değil midir ve böyle başlamaz mı hepimizin hayat hikâyesi ya da bizler bu tür hikâyelerin farklı dönem kahramanları değil miyiz ve gecelere kendimizi tutsak edenler bizler değil miyiz?

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Ben O'yum

aşkmış hiç olmayan bir tanrıya inanmak
anlamı olmayan kelimelermiş dualarımız
elini kesip bacağındaki acıyı unutabilir misin ?
yüzüme yapışmış bu yalanın izlerini hangi makyajla kapatabilirsin?
bana artık inanmadığım bir güneşi doğurabilir misin ?
ben kaybettiğin sesim öldürdüğün melek
ben o'yum
içindeki en büyük kayıp
kalbindeki siyah iz
yüzündeki sessizlik
sukunetle gömdüğün
metanetle başında beklediğin
ben artık;
varım yok oluşundan doğan
insan dilindeki

Kim Tutar Seni

boğazın kenarında sonsuzluğa yürüyen adam!
o kadar boş bank dururken,
ne diye alıp başını gitmeye kalkarsın...
illa ki zor olsun diyorsan hayatın,
hadi git,
kim tutar seni....
gittiğin yerde kalbini açan biri olursa söyle,
küçümsemeyeceğim söz....
kıymetini bilen olursa ben gibi,
hadi durma,
git....

Gönlü Geniş Ve Ruhu Gezgin, Sufi Meşreplilerin Kırk Kuralı

Dokuzuncu Kural:
Sabretmek öylece durup beklemek değil,
ileri görüşlü olmak demektir.
Sabır nedir?
Dikene bakıp gülü,
geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir.
Allah aşıkları sabrı,
gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder.
Ve bilirler ki,
gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

Elif şafak - Aşk

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Sarhoş Gecelerde

maziden gelen yükle çoğalır acılar
saat tiktaklarında kaybolur zaman
düşler birikir sonsuz uçurumlarda
köprüler yapılır her fırtına sonrası
sözcü olsun diye şarkılar biriktirilir
yarım kalan cümleler doldurur karalama defterini
zihinlerde idam edilir özgür düşünceler
sınırlar konur mutluluk sözcüklerine
hüzün kokulu tütsüler tüttürülür sarhoş gecelerde

31 Temmuz 2009 Cuma

Cem Adrian & Pamela - Anladım


Sus

bir düş gör,
hayatı kurgula,
sevmek iste,
yüreğinin sesini dinle,
tutkularının peşinden koş,
sonra hiç olmayacak yerde,
beklenmedik bir zamanda
herşeyden vazgeç...
yalnız kal,
şarkılar dinle,
şiirler yaz,
gecelere sığın
gözyaşları akıt içine
sonsuz boşluklar içinde
susmaya razı ol...

30 Temmuz 2009 Perşembe

Gidelim Buralardan

hadi birlikte kaçalım
binelim ilk gelen trene,
son durak nereyse oraya kadar...
bazen duraklarda duralım
biraz zaman ayıralım kendimize
sonra tekrar binelim aynı yöne giden trene
rötarlara aldırmadan,
yağmur çamur demeden
alabildiğince hayalci
olabildiğince uçuk
hayallerimizin peşinden
geriye bakmadan
düşünmeden,
usanmadan...
gidelim buralardan...

28 Temmuz 2009 Salı

Güzel bir Sezen Aksu Röportajı

Türkiye’nin en sevilen kadını olmakla nasıl başa çıkıyorsunuz? Bazen anonim olmayı özlüyor musunuz?

Aslında kendimi ya da yarattığım söylenen etkiyi ciddiye almıyorum. “Teksin”, “yegânesin”, “kraliçesin” gibi sözlere kapılırsa insan, arızalanabilir. Yakın çevremde ve özellikle ailemde bana haddimi bildirebilecek insanlar olduğu için kendimi şanslı hissediyorum. Onlar sayesinde gerçekle bağlantımı koparmadan, bunlara fazla kafa yormadan üretime odaklamış durumdayım kendimi.Anonim olmayı istiyorum dersem, haksızlık etmiş olurum. Bizim işimizi yapan insanlar, önlenemez bir fark edilme dürtüsü ile yola çıkıyor zaten. Sonradan bunun olası ağır bedellerini ödemek paketin bir parçası. “Hediyesini alayım, kutusunu atayım” demek adil gelmiyor.

Herkes sizinle çalışmak için ölüp bitiyor, kapınıza kamp falan kuruyorlar. Siz birlikte çalıştıklarınızı, destek verdiklerinizi nasıl seçiyorsunuz. Yetenek mi, ışık mı, sebat mı, sevilesi olmak mı?

Kapısında kamp kurma sözü gerçekten dışarıdan bakan gözlerin yarattığı bir fantezi benim nazarımda, çünkü ben henüz kapımda yatan birileri ile hiç karşılaşmadım. Hatta ben bu konuda fazlasıyla kolay ilişki kurulan biriyim. Ki bunu doğrulayan eleştirilerle de çok karşılaşıyorum, daha seçici olmam konusunda... Esas fikrim şudur, şarkı söylemek, yazmak bir araç sadece benim için. Aslolan hayatı daha anlamlı ve daha katlanılabilir kılabilmek. Ama bu karşılaşmaların içinde kendi öz gücü ile derin etkiler yaratanlar, Tanrı’nın yetenek hediyesi ile dünyaya gönderdikleri zaten. Onların farklılaşması, daha çok parlaması bu öz kaynaktan kendiliğinden gelişiyor. Ben herkesin şarkı söylemesini isterim, herkese şarkı verebilirim. Değerlerini tayin edemem , tayin etmek de istemem. Bunlar suyun akışına bırakılması gereken tarafı işin...

Yaratıcılığınızı neler besliyor?

Birincisi, ‘bilmediğimiz bilgi’ ile alakalı... Dolayısı ile adres göstermem mümkün değil. Ama benim bildiğim kadarı ile, yüzde 7’sini kullanabildiğimiz ve dolayısı ile pek de güvenilir bulmadığım beyin denilen mekanizma ile vardığım sonuç, en hakiki beslenme alanı hayatın bir bütün olarak kendisi.

Ruh halinize göre şarkı yazıp daha sonra dinlemeye bile tahammül edemediğiniz oluyor mu?

Genellikle bir şarkıyı bitirdikten sonra onunla ilişkim de kendiliğinden bitiyor. Albüm aşaması profesyonel sürecin devreye girdiği daha teknik bir çalışma sistematiği gerektiriyor. Bir tür, ‘sorumlulukla bezenmiş zorunluluk hali’ de diyebiliriz. Mümkün olmadığını biliyorum ama bir şarkıyı yaptığım anda bir kere söyleyip boşluğa salmayı ve hemen yeni bir şarkıya başlamayı isterdim doğrusu. Zaten şarkı yazmak da tuhaf bir iş... Çoğu kez şarkıyı yazarken, bir dış göz olarak kendimi izlerken yakalıyorum. Biraz önce sözünü ettiğim ‘bilmediğimiz bilgi’ ile ilgili olsa gerek. Ama şarkıyı söylerken gerçekten samimi olabildiğimde –ki bu her zaman mümkün değil doğası gereği – eliniz ateşe değdiğinde nasıl ki canınız yanar, çığlık atarsınız, o kadar gerçek ve ortak bir sesi çıkarıyormuşum duygusu taşırım.

Şarkılarınızın sözleri alışılmışın çok dışında. Meselâ “Sen o alacası içinde fesatla, hangi günü gün edicen? Ah o kaditin üstüne, bir de atlas yorgan sericen” satırını yazarken nereden ilham aldığınızı çok merak ediyorum!

Ben bir Egeliyim; Anadolu’nun her yerine hakim çok kültürlülükten en çok nasibi alan coğrafya yani... Muhtemelen yaşamsal gözlem kayıtlarımdan günü, anı geldiğinde, belki de bir küçük çağrışımla, ama gerçek yaşamda tamamen karşılığı olan bir insanlık halinin kendiliğinden dökülüvermesidir... Yaratım anı gerçek ise, bir plan program söz konusu olamaz. Planlı programlı yaptığınız şarkıların, ki öyle şarkılarım da var, birer kurgu olduğunu hissetmeyecek hiçbir kalp yoktur. Kısa bir süre sevip eğlenebilirsiniz, ama içinize almazsınız.

Yeni şarkılarınız da çok seviliyor ama ‘Geri Dön’, ‘Sen Ağlama’gibi klasikleri siz söylemeseniz bile seyirci mutlaka istiyor. Yıllardır aynı şarkıları söylemekten sıkıldığınız oluyor mu?

Bazen olur... Çok da normaldir bu. Ama genelde birlikte şarkı söylemek, o şarkıları paylaşmak, birbirini hiç tanımayan insanların hiç bir dayatma olmadan o şarkılarla ‘bir’lik içinde duygudan duyguya savrulması bıkılacak birşey olamaz. Çünkü bu, bu zor dünyada her defasında ümidin yeniden tazelenmesi demek benim için. Çünkü ben hayata katlanabilmek için ümit etmekten başka bir çare olmadığına inanıyorum.

Eskiden daha duygusal ve kişisel şarkılar yazarken, bugünküler daha neşeli ve daha toplumsal konulara değiniyorsunuz. Bu değişim nasıl oldu?

“Değişmeyen tekşey değişimdir”. Burada bu bilindik sözün tam yeri sanırım. Bir de tabii, benim durmadan kendimle haşır neşir olacak ne hevesim ne de vaktim var. Hayatı olduğu gibi olgunluk ile karşılamaya ve yolun beni getirdiği noktada birikenleri dökmeye ancak yetişebiliyorum. Hayata değer katabildiğimde, anlam üretebildiğimde mutluyum, iyiyim.
İnsanlar aşık olduklarında, acı çektiklerinde genelde ‘Sezen Aksu’88’ dinliyor, siz ne yapıyorsunuz?

Ben ne yaptığımı bilmiyorum!

Geçmişin tortularını nasıl temizlersiniz?

Temizleyemiyorum ! Temizleyeni de anlından öperim!

Ünlüler tanınmamak için siyah gözlüklerle dolaşır, sizin ise alamet-i farikanız dudaklarınız. Nasıl gizleniyorsunuz?

Dudaklarımı büzüp incelterek! Fakat bir süre sonra adalelerim yorulduğundan, fena halde yakalanıyorum. Böyle bir küçük anım var. Hasankeyf’in tepesine bu yöntemle tek başıma çıkıp, inerken yorulup dudaklarımı salınca, 3 bin kişi ile indim... Bunların yarısından fazlası ile öpüşerek ve cep telefonu ile resim çektirerek... Ki bilirsiniz cep telefonları, masa çakmakları gibi hiçbir zaman anında çalışmaz, dolayısı ile o meşhur köftelerle gülümseme pozisyonunda minimum 30 saniye bekleyerek... Sonunda gülümsemeye benzemese de, en azından iyi niyet olduğunu anlayarak bağışladıklarını umuyorum.

Sahneye çıktığınızda muazzam bir kalabalık gözünüzün içine bakıyor ve isminizi haykırıyor. Her şey bitip de evde yalnız kaldığınızda nasıl hissediyorsunuz?

Aklı başında hiçbir insanın böyle bir şey yapmayacağını düşünüyorum. Hâlâ bana kendimi onca kalabalığın önüne attıran önüne geçilemez duygunun, ne çıkışlı olduğunu anlamaya çalışıyorum. Daha önce binlerce kere yorumlanmış, üzerine araştırmalar yapılmış kayıtlı bilgiler ve benim kendi yakaladığım bulgular var elbet. Ama nihai bir tanı koymak için hiçbiri yeterli değil. Yetişkinlikten itibaren akıl devreye girdiğinden, binlerce gerekçelendirme yapabilirsiniz. Ama bu, sizi dokuz aylıkken masanın üzerine çıkıp oynatan duyguyu açıklayamadığından, açıklayabilir yeterlilikteki uzmanların dediği ile yetinmek lazım.

Acıyı, kederi, özlemi en iyi ifade eden müzisyenlerden birisiniz. Acıyla, kayıpla ilişkiniz nasıl? Artık eskisi kadar acımıyor mu, güçlendiniz mi? İnsanlara hala eskisi kadar güvenebiliyor musunuz?

Bu ‘hayatı çakma’ ile ilgili bir şey. Ne kadar kalın kafalı olursanız olun, hayat kendini öğretir size. Duygular değil, katlanma biçimi değişime uğruyor; iyi kötü olgunlaşıyorsunuz. Yegâne olmadığınızı farkettikçe, yükünüzü hem kendiniz hem başkaları için hafifletmeyi öğreniyorsunuz. Benim çözümüm açık ve net:

Hayat zorlaşınca, çıkmaz sokaklarda soluksuz kalınca Azalınca mânâdan, seyyar sevdalarda parçalanınca Dert bitmeyince, bildiğin çektiğine yetmeyince Düşmanında kendini yakalayınca, bi daha kin gütmeyince O zaman şarkı söylemek lazım avaz avaz...

Güven konusuna gelince, eskiden pembe balonumun patlamaması için görmezden, duymazdan gelirdim. Şimdi patlamasına katlanabiliyorum...

Artık CD’ler de yavaş yavaş tarih olacak gibi, bazı müzisyenler albümlerini yalnızca internetten yayınlamaya başladı bile. Sizin iPod’unuz var mı? Mp3 teknolojisiyle aranız nasıl? Şu ara en çok hangi şarkıları dinliyorsunuz?

Müzik bitmeyeceğine göre, her çağın gerekliliğine uygun teknik donanımın gelişmesi olağan. Teknoloji ile çok sıkı fıkı bir ilişkim yoksa da, olması gerektiği kadar var. Esas olarak ben şarkımı söylemeye devam ederim. Sistem her halükarda kitlelere ulaştırmanın bir yolunu bulur. Geçiş dönemlerindeki doğal sarsıntılar bunlar. Dinlediğim şarkılara gelince, ben bir Bocelli sapığıyım, o kadar ki oğlum, “Yeter anne, doğduğumdan beri bu sesi duyuyorum ve babam zannediyorum” diyor.
Müzik piyasasında hem tapılan hem de çekinilen bir yere sahipsiniz. İlişkilerinizi hisleriniz mi müzikal hedefleriniz miyönlendirir? Sizi kaybetmek kolay mı?

Tercihim, beni hislerimin yönlendirmesidir çoğunlukla; neredeyse tamamıyla... Aklımın yönlendirmesine izin verip de çuvallamadığım tek bir şey yok. Beni kaybetmek neredeyse imkânsız. Annemin tabiri ile, ben bir yapışkanım. Çok ekstrem durumlar dışında, bir ilişkiyi sonlandıracak güçte bir gerekçe olmadığına inanıyorum. Kimi isterseniz koyun teraziye, aşağı yukarı aynı tartar.

Bizde olduğu kadar dünyanın pek çok yerinde mesela İngiltere’de de tanınıyorsunuz. Yurtdışındaki seyircilerle ve müzik dünyasıyla ilişkiniz nasıl?

Ben bunlarla çok fazla ilgilenemiyorum. Temel derdim, kendim de dahil, insanın bu dünyadaki büyük yalnızlığına verebildiğim kadar el vermek.

Daha gerçekleştiremediğiniz bir hayaliniz var mı?

O kadar çocuksu ve ütopik ki söylemeye utanıyorum, geçelim !

İstanbul şarkılarınızda çok önemli bir figür. En çok nelerini, neresini seviyorsunuz?

Her şeyini, ama Kastamonu’da otursaydım muhtemelen Kastamonu için de şarkı yazardım. Her yerin ayrı bir ruhu vardır. Zaten Türkiye, özellikle Anadolu, yaz yaz bitmez.

Bizim İstanbul kahramanlarımızdan biri sizsiniz. Sizinkiler kim?

Arada birini unuturum munuturum. Alınan olur, gücenen olur. Ben zannedildiği kadar açık sözlü biri değilim. Bunu da geçelim ...

Size göre son 40 yılda müzik alanında olan en önemli şey nedir?

Eğer Türkiye için soruyorsanız telif hakları meselesinin nihayet kavranma sürecinin başlaması diyebilirim. Dünya müziği için ise internet vasıtasıyla her alanda olduğu gibi, müzikte de sınırların ortadan kalkması...

röportaj: Çimen Uzsoy
fotoğraflar: Yaşar Gaga

26 Temmuz 2009 Pazar

İsyan

bir avuç yalnızlık döküldü elimden

dilimden bir tomar isyan

koştum inadına sevadaların üstüne

kaçtım kendimden

YALNIZLIK

Ben ne zaman yalnız kaldım, bilmiyorum
Ne tuhaf, vaktim olmazdı
yalnızlığı bunca bilirken
kendimi hiç yalnız sanmazdım
çevremde hep birileri vardı,
ben hep birilerinin yanındaydım
günler belirsiz bir gelecek için neredeyse kendiliğinden hazırlanırdı
aramızda habersiz gidip gelen gündelik armağanlarla
kendi kendini taşıyan bir ırmağın akıntısında hayat
bizi kendi sahillerimize ulaştırırdı
bazı evlerden taşınırdık, bazı insanlar girip çıkardı hayatımıza
bazı mektuplar alırdık, bazı sözler, çiçek selamları
sonraları bazı tanıdıklarımızın ölümleriyle de karşılaştık
elde olmayan nedenle
sudaki halkalar gibi genişleyen
küçük alınganlıklardan büyük dargınlıklara
vazgeçişler, unutuşlar, kayıplar
birbirimizi çok sevdik hep
yıllarla azala azala

şimdi ne zaman yalnız kaldığımı düşünsem,
yalnız olmadığımı kanıtlamak istiyorum kendime
eskiden iki albüme sığdırdığım hayatım,
şimdi sığmıyor eskilenlerle çoğalmış fotograflara
telefonun başına geçiyorum
alt alta dizilmiş onca ad arasında seken ömür parçası
gün ölüyor meşgul numaralarla
şimdi ne zaman yalnız olduğumu düşünsem,
şimdi ne kadar yalnız...
yalnız olduğumu anlamam için beni hiç yalnız bırakmadınız.

Ben ne zaman yalnız kaldım, bilmiyorum
her zaman yalnızdım, bunu biliyorum
büyücü ellerimin kara sanatı yazı
en çok ben onardım dostlukları, en çok benim elim dikiş tuttu
bağışlamasız sanarken kendimi
en çok ben unuttum kalbimin benden sakladıklarını
tığla içeri çektim takılmış kazakların ipini
denenmemiş başlangıçları göze aldım,
hafifletilmiş hasarları, görmezden gelinen enkazı
mutfağı beklemek hep bana kaldı
bir şiirden bir romandan bir filmden çıkıp
her seferinde aydınlık bir inat gibi yeniden karıştım hayata
hiç el değmemiş gibi yeniden konuk geldim
odalarınıza, ruhlarınıza
buraya

eski aşklarım neredesiniz? Hepinizi çok özledim.
Şimdi birdenbire bir köşeden çıkıp bana,
yalnızca, Merhaba, deseniz,
o zamanlar hiç mutlu etmediğiniz kadar mutlu edersiniz,
bir zamanlar bütün ağladıklarımı geri verebilirim size
sağ olun demenk isterim, sağ olun, sağ olun
sanki beni yeniden sevdiniz
ama biliyorum, pis bir yağmur başlıyor, şemsiyem yok yanımda,
yağmurda yürümekten nefret ederken, yürümekte ısrarlıyım gene de
isterseniz, kederdeki bütünlük, diyelim buna
ne kadar ıslansam, o kadar çıkacağım sanki
bir zamanlar çok daha bütün olduğumu sandığım
o yıkanmış zamanlara...

yeni değil keşfine gençlik verilmiş gerçekler
her zaman yalnızdım
kitaplar kadar yalnız
yalnızca yalnızlığımdan gürültücü bir kalabalık yaptım
herkes için farklı aldanışlar kurtarılmış hayatlar yok pahasına

her zaman yalnızdım
yanardağlar kadar yalnız
ey kafiye sevenler,
şimdi beni gökyüzünde bir yıldız sananlar, yanıldınız!

nankörlük etmeyeyim gene de,
yalnızlığımı daha az hissettiğim anlarım oldu yalnız

evimde hep aynı anda çalar telefonla kapı
gene öyle oluyor; hiç yalnız bırakmazlar beni
yalnızlık bilgisiyle çatılmış arkadaşlıkların korunaklı gölgesinde
yalnızlık için çalar telefonlar kapılar
İstersen bana uğra, ya da, Akşama buluşalım,
ölmeden yapacak çok iş var

murathan mungan

19 Temmuz 2009 Pazar

Eksik Cümle...

emanet sözcüklerle kurulu cümleler biriktirdim,
dilim lal olmuştu da konuşamıyordum,
ödünç verilen bir kaç kelime kalmıştı sonunda
uğraşıp durdum anlamlı cümleler kurmaya,
ne yaparsam yapayım hep bir yerleri eksikti,
o hüzün kokulu cümlelerin,
yetmiyordu bendeki kelimeler bizi anlatmaya...

9 Temmuz 2009 Perşembe

İsteriz

hayat akıp gidiyor avuçlarımızdan,
dün olduğumuz yer ile bugün bulunduğumuz yer arasında belki uçurumlar var,
belkide hiç fark yok, aynı yerimizde sayıyoruz...
insan, dururken koşmak,
koşarken durmak ister,
uçurumlar son bulsun,
dinginlik aksiyona geçsin ister...
zıtlıklar hep bizim içindir sanki...
bazen düşündüğümde,sanki hiç mutlu olmayacakmışız gibi gelir,
hep beğenmeme, daha yokmu modundayız...
ya karşımızdaki uzaklara bakarız,
yada geride bıraktıklarımıza...
geçmişin pişmanlığı ile yarının endişesinde bugünü yok ederiz...
nedense gözümüzün önüne bakmak aklımızın ucundan geçmez,
geçsede işimize gelmez...
hep biz biliriz en iyileri,
başkalarının dedikleri bizi bağlamaz,
en dostça tavsiyelerde bile artniyet ararız kimi zaman...
bizim bizden başka dostumuz yoktur ya hani,işte o yüzden...
her zaman insanlar güvensizdir,
biz ise sütten çıkmış ak kaşık...
hayatın şifrelerini çözmüşüzdür,
tecrübelerin en iyisi bizdedir,
diğerleri giderken biz çoktan dönüş yolundayızdır...
hep bizim isteklerimiz olsun,
dünya bizim etrafımızda dönsün isteriz...
herşeyin normal,
bizim egomuzun yüksek olduğunu anladığımızdaysa
hayat çoktan sona yaklaşmıştır
o zamanda hayat yeniden başlasın isteriz....

GİDEN GENÇLİĞE GAZEL

Umudum, heyecanım bitmez pınardı bitti

Gençliğim deli dolu esen rüzgardı gitti

Neydi o sarhoşluklar? Dünyaya boş vermekler?

O bir başka mevsimdi, bir ilkbahardı gitti.

Tadı, rengi değişti birer birer her şeyin

En mutlu, en doyulmaz yaşantılardı gitti

Çektiler ellerini elimden sevgililer

Bir zaman bu gönülde kimler yaşardı? Gitti.

Hani hiç bitmeyecek sandığım güzellikler?

Ne sevinçler, arzular ve neler vardı gitti.

Kalakaldım ortada böyle ben param parça

Her gelen yüreğimden bir şey kopardı gitti.

Hey benim doymadığım deli fişek gençliğim!

İçimde bir zamanlar bir kor yanardı bitti....…


Ümit Yaşar Oğuzcan

29 Haziran 2009 Pazartesi

Kim Tutar Seni

boğazın kenarında sonsuzluğa yürüyen adam!
o kadar boş bank dururken,
ne diye alıp başını gitmeye kalkarsın...
illa ki zor olsun diyorsan hayatın,
hadi git,
kim tutar seni....
gittiğin yerde kalbini açan biri olursa söyle,
küçümsemeyeceğim söz....
kıymetini bilen olursa ben gibi,
hadi durma,
git....

Gönlü Geniş ve Ruhu Gezgin Sufi Meşreplilerin Kırk Kuralı

Sekizinci Kural:
Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma.
Bütün kapılar kapansa bile,
sonunda O sana kimsenin bilmediği bir patika açar.
Sen şu anda göremesen de,
dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var.
Şükret!
İstediğini elde edince şükretmek kolaydır.
Sufi,
dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.


Elif Şafak - Aşk

24 Haziran 2009 Çarşamba

Hatırla Ama!

Bir tatlı ömür gibi gitmeye niyetlendin,
ayrılık atına eyer vurdun inadına.
Ama bizi unutma, hatırla ama.

Sana temiz dostlar, iyi dostlar, bağdaş dostlar
yeryüzünde de var. gökyüzünde de var.
Eski dostla ettiğin yemini, hatırla ama.

Sen her gece ay değirmisini
başına yastık edince yollarda,
dizimde yattığın geceleri hatırla ama.
Sen ey, hüsrev'i kendine kul,
Şirin gibi bir nice güzeli esir eden,
aşkının ateşiyle tıpkı Ferhat gibi benim
ayrılık dağını delmede olduğumu, hatırla ama.

Bir deniz kesilen gözlerimin kıyısında
bir aşk ovasını görmüştün hani;
sarfan dallarıyla, ağustos gülleriyle sarmaşdolaş.
Bunu unutma, hatırla ama.

Ey Tebrizli Şems,
dinim aşktır benim, senin yüzünü gördüm göreli,
benim dinim senin yüzünde övünür, ey sevgili.
Bunu unutma, hatırla ama.

Mevlana Celaleddin RUMİ

22 Haziran 2009 Pazartesi

Gönlü Geniş ve Ruhu Gezgin Sufi Meşreplilerin Kırk Kuralı

Yedinci Kural;
Şu hayatta tek başına inzivada kalarak,
sadece kendi sesinin yankısını duyarak,
hakikati keşfedemezsin.
Kendini ancak,
bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.


Elif Şafak - Aşk

20 Haziran 2009 Cumartesi

Son Durakta Bizi Bekleyen Kapı

son durakta karşımda beni bekleyen bir kapı,
ölüler dizilmiş sağa sola,
ayakta selam durmakta adeta...
o kapının ardında,
beni neyin beklediğini bilmeden,
usul usul yürüyorum....

Bir Şarkı Üç Yorum - Sorma

güzel bir şarkının olur olmaz her şarkıcı tarafından söylenmesine oldum olası gıcık olmuşumdur...şarkı güzel tamam ama söylenebildiğinde güzel...
bazende istisnalar olmuyor değil,yani o bir şarkıyı söyleyen şarkıcılar 'gerçek sanatçı' iseler eğer her birinden dinlerken ayrı bir keyif alabiliyorsunuz....
sezen aksu'nun son albümünde söylediği 'sorma' şarkısı buna en güzel örnek zannımca....
zeki müren'den dinledik önceleri,
sonra ayşegül aldinç'ten,
şimdi de şarkının gerçek sahibi olan sezen aksu'dan...
ben sezen aksu'nun son albümü çıktığından beri üçünden birden dinliyorum...
üçünde de ayrı dünyalara gidiyorum...
biraz abartmış olabilirim ama olsun....
sıradan insanlar gibi olmamak hoşuma gidiyor...
sizde sıradanlığın içinde sıradan olmayın...tavsiyemdir.... :)

19 Haziran 2009 Cuma

Son Duraktan Bir Önceki Durak

aksaray-adana geçişinde çekmiştim bu fotoğrafı.
kendilerini Allah'a adamış bu insanların bir an geçmişlerini düşündüm...
kim bilir neler yapmışlardır hayatları boyunca,
hangi günahları işlediler,
hangi yasakları çiğnediler,
kimin ahını aldılar...
şimdi O'na yönelerek;
kirli geçmişlerini temizleyebilecekler mi acaba...

Sezen Aksu'dan 90'lar Türk Pop (sadece bir kaçı)


Söz - Müzik: Sezen Aksu

Askin Nur Yengi - Bile Bile
Aysegül Aldinc - Sorma
Nükhet Duru - Adamlarin Adami
Tarkan - Hepsi Senin Mi
Emel - Yaradana Kurban
Seden Gürel - Kahpe Felek
Demet - Allah Görür
Sibel Tüzün - Kacin Kurasi
Rengin - Aldatildik
Deniz Seki - Ahmet
Sertab Erener - Seyrüsefer
Göksel - Yakisikli
Levent Yüksel - Hakim Bey
Yonca Evcimik - Vurula Vurula

18 Haziran 2009 Perşembe

Yürüyorum Düş Bahçeleri’nde...Sezen



Sezen Aksu’nun başka sanatçılarca yorumlanan eserlerini yeni düzenlemeleriyle yeniden seslendirdiği eserlerden oluşan “Yürüyorum Düş Bahçeleri’nde...” isimli son albümü 16 Haziran 2009’dan itibaren dinleyicilerin beğenisine sunuluyor. 1996 yılında benzer bir konsept ile yayınlanan “Düş Bahçeleri” albümünün devamı niteliğindeki albüm akustik ve elektronik altyapılardaki 2 CD’den oluşuyor. Albümdeki Aykut Gürel, Aytuğ Yargıç, Fahir Atakoğlu, Kıvanch K, Mithat Can Özer, Mustafa Ceceli gibi müzisyenlerin düzenlemeleri, daha önce dinleyici ile buluşmuş eserlerin taze bir sound ile müzik severlere sunulmasını sağlıyor.


“Kaçak”, “Kurşuni Renkler”, “Elveda”, “Sorma”, “Unutamam” ve “Lale Devri” gibi bilinen ve sevilen eserler Sezen Aksu’nun sesinden akustik versiyonlarıyla yer alırken, “Kibir”, “Çakkıdı”, “Yok ki” ve “Büklüm Büklüm” gibi eserler yepyeni elektronik altyapılarıyla dinleyicilerin beğenisine sunuluyor.

Albümde, daha önce yayınlanmamış “Itirafçı Olma”, “Pardon” ve “Tören” isimli 3 eser de yer alıyor.

Çağdaş Sanat performanscılarından Cevdet Erek’in “Katkısız” isimli “yerleştirme” çalışmasının DVD olarak albümle birlikte müzik severlerler ile paylaşılıyor olması albümdeki diğer bir yenilik olarak dikkat çekiyor. Sezen Aksu, hayatın içindeki farklı anların video görüntülerinden oluşan bu çalışmaya albümünde yer vermesinin nedenini, popüler sanatın büyük kitlelere daha kolay ulaşabilmesi nedeniyle, daha az bilinen sanat dallarının gün ışığına çıkmasına aracılık etmek olarak açıklıyor. Aksu ayrıca, “Günlük hayatın rutin telaşları içinde yuvarlanırken, farkına bile varmadan dikkatimizden kaçan anlara, seslere ve karelere odaklanmak çok kolay değil doğal olarak. Oysa, bütün bunları parantez içine alıp üzerine fazladan hiçbir söz söylemeden, büyük resimden küçük kareleri “olduğu gibi” çekip, çekiştirmeden bize sunan, bunu yaparken de mucizevi bir şekilde ama yine doğallıkla bizi bambaşka bahçelere götürebilen, bize hiç beklenmedik yeni pencereler açıveren gizli gözler var...” şeklinde yorumladığı ve heyecanlandığı bu türden çalışmaları, “bir ömür paylaştık” dediği dinleyicileri ile paylaşmak istediğini söylüyor.

Albümün kapak tasarımında ise, daha önce Aksu’nun “Eksik Şiir” isimli kitabının kapağını da tasarlayan ve ülkemizde ve dünyada birçok önemli filmin afişlerinde imzası bulunan tasarımcı Emrah Yücel’in imzası yer alıyor.

14 Haziran 2009 Pazar

Gönlü Geniş ve Ruhu Gezgin Sufi Meşreplilerin Kırk Kuralı

Altıncı Kural;
Şu dünyadaki çatışma,
önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır.
Sen sen ol,
kelimelere fazla takılma.
Aşk konusunda dil zaten hükmünü yitirir.
Aşık dilsiz olur.


Elif Şafak - Aşk

10 Haziran 2009 Çarşamba

Kürt İnadı !

Böyle bir kavramı uzun zamandır biliyordum ama nasıl bir şey olduğu konusunda bir tecrübem yoktu pek fazla.arkadaşlarım benimde inatçı biri olduğumu söyler ama ben birisine hayır diyorsam bu hayır’ın ömrü genelde çok kısa olur ve bir tatsızlığa sebep olmamak için bazen geri adım atarım.
urfalı bir arkadaşımda bugün meşhur kürt inadının ne olduğunu tam anlamıyla öğrenmiş oldum.hikaye kısa ve net.net,net olmasına ama genelleme yapmaktan kaçınıyorum esasında.hem Kürtlere hem de Urfalılara mal etmek zannımca yanlış ama maksat muhabbet olsun bizimkisi…:)
herneyse;
Güzel bir yemekten sonra evin yolunu tuttuk gidiyoruz,yoldayken bir an aklıma bu yıl henüz karpuz yemediğim aklıma geldi,madem öyle bi karpuz alalımda yiyelim dedim.şükür ki bu fikrim onay gördü :)daha önceden arkadaşlarımın test ettiği bir manavın önüne geldik,ilk olay burada yaşandı,manava birlikte gidelim dedim ‘cık’ dedi,ikinci defa söylediğimde keyifsiz olduğunu düşünerek fazla ısrarcı olmamalıyım dedim içimden.manava gittiğimde kirazların çeşitliliği beni kendimden geçirdi,birazda kiraz aldım bari dedim,tam kasaya doğru gidiyordum ki,arabada yeriz düşüncesiyle iki tane muz aldım.hay almaz olaydım:)…ücreti ödedim,gittim arabaya…çıkardım muzu,güzelce soydum sonra uzattım, yine ‘cık’ dedi.hasbinallah dedim içimden.alır mısın şunu,’cık’…abi alsana şunu,’cık’…abi!al!cık…işte tam orda kürt inadının ne olduğunu çok iyi anladım…anladım anlamasına ama benimde inadım tuttu bir kere.ne yapayım tahrik oldum…insan bu noktadan sonra saçmalama da da sınır tanımıyor :)soyduğum muzu direksiyonun üzerine koydum…yine almadı…bu kez o sinirlendi,aldı muzu arka koltuğa attı…şimdi gel de normal insan gibi davran…:)istesem de yapamam…zaten öylede oldu…beni evin uzağında bir noktaya bırakmak istedi,evin olduğu yönde trafik yoğunmuş,bahane.altı üstü iki yüz metre gidecek.o meşhur kürt inadının tekrar baş göstereceğini çoktan anlamıştım,bu kez fazla ısrarcı olmadım,inmeyeceğimi söyledim,sen bilirsin bende yoluma devam ederim dedi.daha önce de belirttiğim gibi böyle durumlarda geri adım atarım,bu kez de geri adım attım.indim arabadan mağlubiyeti kabullenmiş bir şekilde, tıpış tıpış evime doğru yürüdüm….yoldayken, aynı arkadaşımla bir yıldan fazladır benim memlekete gitme planımız olduğunu, yine aynı inadı yüzünden bir türlü gidemediğimizi anımsadım,komik halimize güldüm…vesselam...

6 Haziran 2009 Cumartesi

Ah Be Prison Break Kurtlar Vadisi Kadar Olamadın....

Son yıllarda dizi izlemek gibi bir vakit israfı yapmıyordum,ta ki bir arkadaşımın ballandıra ballandıra prison break anlatmasına kadar.ki o zaman bile izlemeyecektim…ilk bölümünü; ‘ne varmış şu dizide yau’ küçümsemesiyle izlemeye başlamıştım…ilk bölümü izlemek bu diziye kendini teslim etmen anlamına geliyormuş…ikinci bölümü birinciyi izledikten hemen sonra izledim….üç dört beş derken üçüncü gün ilk sezon bitmişti…sonra ikinci sezon…sonra üçüncü sezon….bir haftada üç sezonu devirmiş,dördüncü sezon ne zaman çıkacak acaba diye sabırsızlanmaya bile başlamıştım…söylentiler altı sezon olacağı yönündeydi,bende dua ediyordum umarım altı sezon olur diye….ama istediğim gibi olmadı…dördüncü sezonda bitirdiler bu mükemmel diziyi…ilk üç sezon elimde olduğu için izlemek çok güzeldi ama dördüncü sezonda öyle bir durum olmadı….haftalık takip etmek gibi bir işkenceye maruz kaldım...işkence demek aslında biraz haksızlık olur,onunda kendine göre bir keyfi var…önce internete düşecek,sonra alt yazıyı bekleyeceksin….alır almaz izleyeceksin.biraz bekletince bir tadı kalmıyordu sanki…velhasılı,adamlar hakikaten bu işi yapıyorlar,dizi başından sonuna kadar akıl dolu,kurgu mükemmel,ilk sezonda gördüğün bazı şeyler üçüncü sezonda karşına çıkıyor,ikinci sezonda olan bir olayın devamı ne oldu derken dördüncü sezonda cevabını veriyorlar…öyle ki dizi için iki ayrı final bölümü hazırlamışlar….bunu duyduktan sonra pes diyorsun…kimse kusura bakmasın bizim dizilerin yüzde doksanı hatta daha fazlası ucuz,basit ve beş para etmez…bu küçümsememe tepki gösterenlere hep sorarım hangi dizimizin çekimine başlamadan önce finali bellidir….söyleyebilir misiniz beş tane dizi….hayır…tek bildiğim ikinci bahar…başka da bilmem….dizilerimizin hepsi oyuncu değişikliğiyle birlikte senaryo değişimine gider….bir dizide olmayacak türde insan bolluğu yaşanır…sen kafanda bir son belirleyemezsin… bizimkileri eleştirmeye kalkarsak bunun sonu gelmez…boş verelim en iyisi…dizime döneyim.birinci finali izledikten sonra adeta yıkıldım,bu dizi bu şekilde bitmemeliydi diye üzüldüm ama ikinci final olduğunu duyduğumda iyi ki çekmişler ilki çok koymuştu dedim ama ikinci final daha çok koydu…ne yalan söyleyeyim gözlerimden birkaç damla yaşta akmadı değil hani…

Sessiz Çığlığım

durdum,
kalakaldım olduğum yerde,
donmuş gibiydim adeta,
şimşekler çaktı zihnimde,
ben niye burdayım dedim bir an,
yüreğim sıkıştı,
göğsüm daraldı,
haykırmak istedim,
bağırmak istedim avaz avaz,
zincirleri kırmak...
olmadı,
isyanlarım içime akıyordu,
ansızın bir ağırlı çöktü omzuma,
yığıldım kaldım olduğum yerde,
bir ses duydum fısıltı kıvamında,
kulak kabarttım,
duyabilmiştim sonunda...
bu benim sessiz çığlığımdı...

Gönlü Geniş Ve Ruhu Gezgin, Sufi Meşreplilerin Kırk Kuralı

Beşinci Kural:
Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır.
Akıl temkinlidir.
Korka korka atar adımlarını.
"Aman sakın kendini" diye tembihler.
Halbuki aşk öyle mi?
Onun tek dediği: " Bırak kendini, ko gitsin! "
Akıl kolay kolay yıkılmaz.
Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer.
Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur.
Ne varsa harap bir kalpte var!

30 Mayıs 2009 Cumartesi

Tembel Bir Günün Boş Hikayesi

tipik bir öğrenci evinde,pekte tipik olmayan bir odamdayım yine...
odalarımı çok seviyorum nedense....
hep aynı eşyalar olsada,farklı pencerelere sahip olması ve o pencerelerin farklı yerlere açılıyor olması beni hep düşüncelere sevkeder...
bir önceki odamın penceresi apartman boşluğuna açılıyordu,karşıda da yan komşunun yatak odası...:)
bu kez apartman boşluğuna bakmasada güneş görmeyen bir cephedeyim yine...
yan binanın giriş kapısın tam karşısı,
dairemizde birinci katta...
bugün yine tembelliğimin doruklarında olduğum bir gün....
gece 4 gibi uyudum,sekiz gibi kalkıp gazetemi okudum...
sonra yine yattım,11e kadar uyudum...
evde kimsenin olmaması yatağımla aramdaki samimiyet derecesini artırdı galiba...
mutfakta birşeyler atıştırdıktan sonra soğumak üzere olan yatağımda buldum kendimi....
sonra biraz daha yatayım derken telefon çaldı birden....
umarım kimse beni dışarı çağırmaz diye korkarak telefona baktım....
korktuğum başıma gelmişti....uzun zamandır görüşmek için sözleştiğim ortaokul arkadaşım telefonun diğer ucundaydı....
insan istediği zaman anında bahaneler bulabiliyordu....
şehir dışında olduğumu söyledim uykulu sesimle....
tabi anladı benim bu masum yalanımı....
'hadi kalk evdesin biliyorum' dedi
sesimde ciddi bir ton belirdi aniden :)
'ne evi lan' dedim...
ben sert çıktığımda sakinleştiğini ve söylediklerimi kabullendiğini daha önce tecrübe edinmiştim....bu kezde işe yaradı....
'tamam öyle olsun' dedi....
yeniden uyumaya çalıştım ama uykum çoktan kaçmıştı....
yastığımla nerdeyse akraba olmak üzere olan bilgisayarımı açtım...
bütün şarkıları aktardım media player a...
tembeldim ama hareketli şarkılar dinlemek istiyordum...
tamda istediğim gibi şarkılar ard arda dizildi...
murat boz'un sallana sallana şarkısında takıldım kaldım sonunda....
bu kez sadece onu dinledim defalarca....
bir anlamı yoktu belki ama hoşuma gitmişti bu şarkı,
penceremin önündeki güvercinleri izlerken dinlemek....
şarkıyı dinlerken, güvercinleri izlerken yine uyuyakalmışım....
uyandığımda saat akşam 7yi gösteriyordu....

24 Mayıs 2009 Pazar

Gönlü Geniş Ve Ruhu Gezgin, Sufi Meşreplilerin Kırk Kuralı

Dördüncü Kural:

Kainattaki her zerrede Allah' ın sıfatlarını bulabilirsin,
çünkü O camide, mescidde, kilisede, havrada değil,
her yerdedir.

Allah' ı görüp yaşayan olmadığı gibi,
O' nu görüp ölen de yoktur.
Kim O' nu bulursa
sonsuza dek O' nda kalır.

Elif Şafak- Aşk

Gönlü Geniş Ve Ruhu Gezgin, Sufi Meşreplilerin Kırk Kuralı

Üçüncü Kural:

Kuran dört seviyede okunabilir.
İlk seviye zahiri manadır.

Sonraki batıni mana.
Üçüncü batıninin batınisidir.
Dördüncü seviye o kadar derindir ki
kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.


Elif Şafak-Aşk

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Düşüncelerim,Müzik,Ben,Diğer Ben ve Yarattığım Benlik

yüksek sesle dinlediğim şarkılar içinde daldım gidiyorum yine...
konuşmak istemiyorum kimseyle...
sesimi bile duymaya tahammülüm yok...
bir kaç çıtırtı duyuyor gibi oluyorum ilk önce,
sonra s.et diyorum içimden....
boşver....
şarkılarından seni kimse ayıramaz...
şarkıların içinde kayboldum zannederken,
birde bakıyorum ki kendimle başbaşayım...
bu uzun zamandır olmayan bir şey...
hayretle izliyorum kendimi...
düşüncelerim bile yabancı kalmış bana...
hadi hayırlısı diyorum...
boylu boyunca uzanıyorum yanıma,
hasbihal etmeye çalışıyorum,
dinlediğim şarkıyı işaret ediyor diğer ben....
oyun oynama zamanı değil diyorum kendime
anlat hele....ne var ne yok!
susmayı yeğliyor....
kendime bile yabancı olduğumu bir kez daha anlıyorum
insanları tanıma sevdasından vazgeçiyor,
kendime zaman ayırmaya karar veriyorum,
yükleniyorum yükümü,çıkıyorum yola
azıklarımı alıyorum,
mataramdaki suyuda ihmal etmiyorum
susuz olmaz diyorum içimden...
ilk durakta sorular ve sorunlar yineleniyor
içimde bir 'ben' yaratmakla
başka bir insan yaratmanın ızdırabını sorguluyorum
ben ile başka bir benlik...
ne kadar uyumlu olabilirdi acaba...
görmeye ve denemeye değerdi aslında...
sanırım biraz cesaret istiyordu...
ben deki beni yaratmaya çoktan başlamıştım
şimdi bir başka benliği yaratma zamanı
hayalci olmadan,
gerçeklerle çatışmadan
benle kavga etmeyecek bir başka benlik...
bu düşünceler içinde kaybolmuşken...
kulağımdaki şarkıyla irkiliyorum....
bu ses nilgül'e ait
'yan kalbim yan' diyor....
tevafuğun böylesi diyorum içimden....
düşüncelerimle kendimi bir kenara bırakıp
şarkının ritimlerinde kayboluyorum....

*****

Yazılan kadarını yaşar insan
Ne eksik ne de fazla inan
Bazen karışırda hayalle sevdan
Yalansın oysa geçer zaman
Yan kalbim yan
Giden unutulur sen sana yan
Sus kalbim sus
Nasibin yok senin aşktan
Görünen kadarını bilir insan
Ne eksik ne de fazla inan
Bazen karışırda hayalle sevdan
Yalansın oysa geçer zaman

15 Mayıs 2009 Cuma

Gönlü Geniş Ve Ruhu Gezgin Sufi Meşreplilerin Kırk Kuralı

İkinci Kural:

Hak Yol' unda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil.
Kılavuzun daima yüreğin olsun,
omzun üstündeki kafan değil.

Nefsini bilenlerden ol silenlerden değil!

Elif Şafak - Aşk



12 Mayıs 2009 Salı

İyilik Dilekleri...

İyilik dilekleri yaşam felsefemin bir yansısıdır. benim için ortada yaşanılan tek tek "hayatlar" diye bir şey söz konusu değil. sadece "hayat" var. "özel hayat"larımız dediğimiz şey çok muğlak, belirsizdir. her an nereden geldiği belli olmayan sayıya gelemeyecek kadar çok uyaranın etkisi altındayken "işte burası benim özelim, şuradan sonrası da seninki..." diyebilecek kesin bir çizgi göremiyorum. ben senin kaderinde sayısız sebeple birlikte bir rol oynuyorum. sen de benimkin de... hepimiz birbirlerimizin kaderine ortağız, onu yazıyoruz. o halde "kaderler" nerededir?!!!! sadece bir tek kader var!!!! işte bu kader benim için çokluk büyük bir KEDER girdabı olarak görünüyor. hastalıklar, savaşlar, işsizlikler, ayrılıklar,.... tüm bu keşmekeşin karşısında bireysel olarak yapabileceğim hiç bir şey yok gibidir. tüm bu varlığın ıztırabına karşı duyduğum çaresizlik ve kendi umutlarımdan beklentilerimden doğan elemler... işte bunlara karşı ne yapabilir ve bu acılardan nasıl kurtulabilirim??? bir başlangıç noktası yaratabilirim!!!! o başlangıç noktası işte bahsettiğim o âcizlik durumudur!!! elbette bu kelimeyi/kavramı özenle, dikkatle, itinayla kullanmak istiyorum!!! bu âcizlik edebiyatı yapmak, dilenmek demek değildir!!!! ya nedir???? birinci olarak diğerleri için, tanımadan, görmeden hayır/iyilik dileyebilmek ve bunu salt bir duygu değil fakat elimden geldiğince en pratik hale dökebilmektir... işte bu hislerin sevkiyle yaptığım bir şeydir "iyilik dilekleri"......

Mataramdakisu (blogspot.com)

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Gönlü Geniş ve Ruhu Gezgin Sufi Meşreplilerin Kırk Kuralı

Birinci kural:
Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok eğer, Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

elif şafak-aşk

8 Mayıs 2009 Cuma

Umuda İhtiyacım Var

yazı yazma isteğim yok bir kaç gündür.
birşeyler yazayım diyorum,ikinci cümleden sonra tıkanıyorum.
en güzeli birşey yazmamak diye siliyorum yazdıklarımı.
aradan bir kaç dakika geçtikten sonra yeni bir umutla yeni cümlelere başlıyorum,cık...
yine olmuyor...
kafamda o kadar çok şey varki,hangi birini yazacağımı bile bilmiyorum.
o güzel yolculuğum sonrası dağıttığım odamı bile toparlamak gibi bir isteğim yok...
zihnim gibi odam da dağınık...
toparlanmam için biraz zamana ihtiyacım var sanırım...
en önemliside biraz umuda...

5 Mayıs 2009 Salı

Ayna


aynaya baktım/
ben/
başka bir ben
suretim/
başka bir suret olmuş,
ağladım/
sustum/
aradım/
arandım/
bulduğumu sandım/
bulamadım/
bekledim/
bekliyorum/
bekleyeceğim/
beni gösteren/
beni tamamlayan aynayı/
bulana kadar/
yada gelene kadar...

1 Mayıs 2009 Cuma

Yollardayım

istanbuldan uzaklaşmak istemiştim uzun zamandır.bir iş vesilesiyle ufak bir tur yapıyorum şu günlerde.aksaray,adana,maraş,adıyaman,urfa belki kayseri.bu yazıyı aksaraydan yazıyorum.yolculuğa ilk çıktığım sıralar kulağımdaki şarkı sezen aksu dan gidiyorum bu şehirden.not defterime de ara ara bir şeyler karalıyorum.ilk fırsatta buraya ekleyeceğim.
***
hayatın güzel yanlarından bir taneside gezmek sanırım.yeni yeni insanlar görmek,yeni hikayeler dinlemek,böyle yerlerde varmış,böyle şeylerde yaşanıyormuş diyebilmek önemli bir olay sanırım.insan hayatta hep öğrenci olduğunu ancak gezerek,tanıyarak öğreniyor.izlenimlerimi aktaracağım...
görüşmek üzere....

26 Nisan 2009 Pazar

Damlacıklar


umutsuzluğa yollanan mektuplardan bir tane daha yazıyorum,
boşluğa yollar gibi...
***
bitmek üzere olan bir dostluktan ne bekleyebilirsiniz ki,
yarım kalan hikayeler,
birlikte kurulan hayaller
ne kadar merhem olabilir açık kalmış yaralara...
***
uzun bir dostluktan ne kalmıştı geriye,
bir kaç hatıra
özel anlarımızı hatırlatan şarkılar
ve
iz bırakan sözler

24 Nisan 2009 Cuma

Yasaklar Diyarından


yasaklar vardı sana çıkan yollarda
yürümek istesem bir hançer saplanırdı arkamdan
koşmak istesem kurşunlanırdı yüreğim
konuşmak istesem dilim lal olurdu
ümitsiz biçare kalakaldım olduğum yerde
***
o yasaklar diyarından
aşk sözcükleri topladım senin için
aşka adım atmış sinemi anlatsın diye
suskunluğumun şifrelerini çözmeni istedim
o masum kelimelerde
***
eyleme geçemem sevgilim
bu yol dikenli,bu yol karmaşık
bu yol dipsiz bir kuyu...
konuşmamı bekleme benden
dilim suskun,konuşamam,anlatamam derdimi
gözlerimden yaş değil kan damlıyor
ben bitkin,ben harap,ben çaresiz

23 Nisan 2009 Perşembe

Yoksulluk ve Samimiyet


çocukluğumun geçtiği o mahallede herkes geçimini zor şartlar altında temin etmeye çalışırdı.mahalle ahalisinde çarşıya gidip birşeyler almak bir lükstü çoğu zaman.ihtiyaçlar haftada bir kurulan mahalle pazarında temin edilirdi,para olursa tabi...durumu iyi olan ailelere imrenerek bakılırdı ama kıskançlık yoktu.paylaşmak esastı.var olan herşey paylaşılırdı,sorgusuz sualsiz,eksiksiz hatta fazla fazla.verdiğinin hesabını yapan kimseyi hatırlamam.yoksulluğun insanlara verdiği güzellikler vardı kuşkusuz.en önemlisi samimiyeti yaşatırdı yoksulluk.acılara birlikte göğüs germeyi öğretir,bir bakıma birlikte yaşama kültürüydü.
nerde o eski günler deriz çoğu zaman.o eski günler aslında çokta uzağımızda değildir.kimi zaman çocuk ruhlarda gizlidir,kimi zaman kenar mahalle evlerinde saklıdır.hani avam tabakası deriz ya işte orada.
zamana yenik düşmedilerse sizi bekleyen yoksul ve samimi insanlar hala vardır eminim.

22 Nisan 2009 Çarşamba

Masum Günler(di)


çocukluğumun geçtiği o küçük gecekondu mahallesinde
nisan ayında yağmurlar yağardı her öğleden sonra
büyüklerimiz kırkikindi derlerdi de
anlam vermezdik ne demek diye
yağmur yağarken pencereden bakardık
yoldan geçen arabalara
kaldırımı olmayan yolda yürüyen insanlara
dışarı çıkmak isterdikte
annelerimiz izin vermezdi
yağmurun dinmesini sabırla beklerdik
bazen sessizce kaçtığımızda olurdu hani
arkadaşlarla küçük kaçamaklar yapardık
yeni yeni yeşermeye başlayan tarlalara kaçardık
'yemlik' toplardık bazen
kimi zaman mantar
şanslı günümüzdeysek papatyalar,gelincikler
peygamber çiçekleri toplardık
annemize hediye etmek için
en kıymetli hediyemizdi
anneler gününde tarlalardan toplanan çiçekler
ne kadar masumdu,ne kadar içten
annelerimizde bu masumiyete ortak olurlardı çoğu zaman
kim bilir ne fırtınalar kopardı içlerinde
yoksulluğun,yokluğun içinde kayboluşumuza
bazen hissederdik sessiz çığlıklarını
zaman çok çabuk geçiyor
bir çok şeyide değiştirerek
şimdi büyüdük,
eski masumiyet günlerinden geriye
buruk hayaller kaldı
birde hüzünlü tebessümler...

21 Nisan 2009 Salı

Uçurtmalar


En sevdiği renk mor olan kadın/ En sevdiği kelime "asi"/ En sevdiği oyun incitmek beni/ Hıncı, çocukluktan kalma bir yara izi gibi

İpleri dolaşmış uçurtmalar misali/ Ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı/ Ne gidebildik kendi yolumuza/ Rüzgarda savruk, başına buyruk/ Senle ben

Zamanı, yaralarla ölçen kadın/ Geçmişiyle kavgalı/ Gündüz isyankar/ Geceleri Tanrı’ya sığınan kız çocuğu/ Kırdığı kalpleri dizmiş ipe/ Gene en büyük zararı kendine

En sevdiği ses, çocuk sesi/ Güneşli, billur, neşeli/ Oysa, yıllar var ki kendi/ Anne olmayı istememiş/ Çekip gidebilmek için bir gün/ Geride ekmek kırıntıları bırakarak/ Kuşlar yesin diye ayak izlerini/ Kalmasın ne bir sızı ne kalp yarası

Sevişirken taşkın bir nehir/ Öpüşürken kor bir alev/ Uykusunda melek gibi masum/ Bakmaya kıyamadığım/ Kaç gece göğsünde uyuduğum/ Ama beraber uyanamadığım kadın

İpleri dolaşmış uçurtmalar misali/ Ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı/ Ne gidebildik kendi yolumuza/ Rüzgarda savruk, başına buyruk/ Senle ben

Her hasretten sonra/ Başka başka sevdaların kollarında/ Yemin etmişken bir daha konuşmamaya/ Gene bulup birbirimizi/ Sabahı olmayan gecelerde/ Aldatma pahasına sevdiklerimizi/ Ağlayarak seviştiğim kadın/ Senle ben ipleri dolaşmış uçurtmalar misali

İpleri dolaşmış uçurtmalar misali/ Ne beraber uçabildik, boş verip şu dünyayı/ Ne gidebildik kendi yolumuza/ Rüzgarda savruk, başına buyruk/ Senle ben...

Elif Şafak

16 Nisan 2009 Perşembe

Dağ Rüzgarı

Kaderde senden ayrı düşmek te varmış
Doğrusu bunu hiç düşünmemiştim..
Seni tanımadan
Hele seni böyle deli divane sevmeden
Yalnızlık güzeldir diyordum
Al başını, kaç bu şehirden
Ufukta bir çizgi gibi gördüğün dağlara
Rüzgarın iyot kokularını taşıdığı denizlere git
Git gidebildiğin yere git diyordum
Oysa ki, senden kaçılmazmış
Yokluğuna bir gün bile dayanılmazmış.
Bilmiyordum.

Yine de dayanmağa çalışıyorum işte
Bir kır çiçeği koparıyorum gözlerine benzeyen
Geçen bulutlara sesleniyorum ellerin diye
Rüzgar güzel bir koku getirmişse
Saçlarını okşayıp gelmiştir diyerek avunuyorum
Yaşamak seninle bir başka zamanı
Bir başka zamanda seni yaşamak
Her şeyden önce sen
Elbette sen
Mutlaka sen
İster uzaklarda ol
İster yanı başımda dur
Sen ol yeter ki bu zaman içinde
Ben olmasam da olur
Seni bir yumağa sarıyorum yıllardır
Bitmiyorsun
Çaresizliğim gün gibi aşikar
Su olup çeşmelerden akan güzelliğin
İnceliğin ışık yüzüme vuran
Sen güneş kadar sıcak
Tabiat kadar gerçek
Sen bahçelerde çiçekler açtıran
Sudan, havadan, güneşten yüce varlık
Sen, o tek sevgi içimde
Sen görebildiğim tek aydınlık

Bir nefeste benim için al
Havasızlıktan öldürme beni
Bulutlara, yıldızlara benim için de bak
Susadım diyorsam
Bir yudum su içmelisin
Ben yorulduysam sen uyumalısın
Ellerim sevilmek istiyor
Saçlarım okşanmak istiyor
Dudaklarım öpülmek istiyor
Anlamalısın.

Ağaçların yeşili kalmadı
Gökyüzünün mavisi yok
Bu dağlar o dağlar değil
Rüzgarında kekik kokusu yok
Kim bu çaresiz adam
Bu kan çanağı gözler kimin
Kaç gecedir uykusu yok
Gündüzü yok
Gecesi yok
Yok
Yok
Anladım
Sensiz yaşanmaz bu dünyada
İmkanı yok.

14 Nisan 2009 Salı

Manzaralı Hayaller

Cihangir’e bu ikinci gidişiydi.daha önce güzel bir semt olduğunu bildiği halde gitmemişti.zira oradaki hayat, yaşamak istediği hayat olsa da ulaşamayacağını bildiği şeylerin etrafında dolaşıp kendini kandırmasının gereği yoktu.şimdi şartlar değişmiş,hayallerinin gerçekleşme ihtimali vardı artık…güzel bir ev bakmak için dolaşmıştı hafta içinde bu güzel semti. O kadar inandırmıştı ki kendini Şems’in bağdat’tan çıkıp dostunu bulmak için dolaştığı gibi dolaşıyordu cihangir sokaklarını.aradan birkaç gün geçmiş ‘abim’ dediği insanla birlikte cihangir’i dolaşmak için çıkmıştı.boğazda yapılan kahvaltının ardından hayallerinin peşinden gitmişlerdi.dar sokaklarda ilerleyen arabanın içinden etrafa bakmakla yetinmeyip,adım adım gezmek istemişlerdi…binaların aralarından boğazı görmeye çalışıyor,hangi evin daha güzel manzaraya sahip olduğu hakkında fikir yürütüyorlardı.bazen apartman dairesinden ev almaktansa küçük iki katlı evlerden almayı bile düşünüyorlardı.biraz dolaştıktan sonra köşe başındaki küçük ve şirin cafeye girip bir kahve içtiler.semtin büyüsü bu güzel mekana da yansımıştı.öyle ki semtte bulunan her şey,sanki kendilerini yansıtıyordu.kahvelerini içtikten sonra arabalarının yolunu tuttular.biraz daha turladıktan sonra bir alış veriş merkezine gidip mağazalardan ürünler bakmaya karar verdiler.çocuk ilk girdikleri mağazada güzel bir mont,pantolon ve birkaç gömlek beğenmişti…beğenmişti beğenmesine ama alacak doğru düzgün parası yok hatta epeyce bir borcu vardı… çocuk ürünleri denedikten sonra alamayacağını anlayıp, gönülsüzce o mağazadan çıktı bir başkasına gitti. Oradaki ürünlerde aynı güzellikteydi ama almak gibi bir imkanı yoktu. Çocuk bir an düşündü,yarım saat önce neyin hayalini kuruyordum şimdi hangi dünyadayım diye…sonra içini bir hüzün kapladı…’yüz elli liralık montu alamayan ben iki yüz elli binlik evin hayaliyle yaşıyorum’ dedi…oracıkta ağlamak istedi ama yapamadı…böyle zamanlarda yaptığı en güzel şeyi yaptı ve sessizliğe büründü… buruk bir halde günü özetlemek istedi kendince…bulduğu kelimler çok hoşuna gitmişti…’manzaralı hayaller’ dedi içinden…ve sonra yine zamanın boşluğuna ümitsiz bir gülümseme bıraktı…

12 Nisan 2009 Pazar

Boşluğa Bırakılan Gülümseme

Yan masada oturan adam sessizce seslendi ‘boşuna bakınma’…bana mı söylüyordu diye bir an düşündüm.o yöne bakmak istedim ama bakmakta istemedim.böylesine aptal bir günde kimseyle muhatap olamazdım…tekrar seslendi ‘yazık ediyorsun kendine’ bu kez sesin sahibinin muhatabı ben olduğunu düşündüm.dönüp yan masaya baktım.adam yorgun bir gülümseme bıraktı zamanın boşluğuna…bana mı söylüyorsunuz dedim…evet evladım dedi… buradan sana hayır gelmez dedi…niye deme isteği duymadım.bu gerçeği zaten biliyordum…birinin bana anımsatmasına gerek yoktu ,buz gibi gerçeği.bu kez ben donuk bir gülümseme bıraktım zamanın boşluğuna…havada asılı kalmıştı sanki benim gülümsemem…ne kadar da yapmacıktı…döndüm içkime,gerçek dostumun önümdeki şişe olduğuna çoktan inandırmıştım kendimi…bir bakış attım sadık dostuma…kim demişse şişede durduğu gibi durmuyor diye doğru söylemiş…ben hep yanındayım der gibi sıcak bir gülümseme bıraktı zamana…bu gülümseme nedense çok sıcak geldi bana…kadere isyan etmeden,elimdekilerle yetinmem gerektiği gerçeğini bir kez daha hatırladım. küfür etmekten vazgeçtim içinde bulunduğum mekana…bende şişeme karşılık verdim, buruk ve sıcak bir gülümseme bıraktım zamana…

9 Nisan 2009 Perşembe

Aldatmaca

hiç sevmediğim bir yerde
kendime ait bir parça arıyorum
dışarda başka bir yerde
bu parçayı bulamayacağımı biliyorum
ümitsizce giriyorum oraya
adımlarım geri geri gidiyor
ümitlerim çoktan uçmuş
bir ben kalmışım
birde kırık dökük hayallerim
şimdi ne yapmalı diye düşünüyorum
kaçmalımıyım kendimden
korkularımdan,beklentilerimden
yoksa üzerine mi gitmeliyim herşeyin
en iyisi oluruna bırakmalıyım herşeyi
en büyük aldatmaca değilmi
herşeyi zamana bırakırız
bende öyle yapacağım galiba
zamanın en büyük ilaç olduğunu düşünüp
bir aldatmacanın içinde sürükleneceğim

Hayallerim

Bir evim olsun istemiştim,kendime ait.her şeyiyle beni anlatan bir ev.odam olsun bir tane.büyük pencereli,geniş bir çalışma masası,duvarları istediğim gibi boyalı.sevdiğim posterlerin asılı olduğu küçük bir oda.salonu olsun büyükçe,bir duvarı boydan boya kitaplık.ufak bir televizyonu olsun.eski el dokumalı bir halı ortada,koltuklar modern çağın eskiyi anlatan bir ürünü olsun.mutfağı olsun ne fazla büyük ne fazla ufak…yemek masasını sığdırayım yeter.ve birde balkonu olsun,boğazı gören.sıcak yaz gecelerinde çayımı kahvemi içebileceğim,misafirlerimi ağırlayabileceğim bir balkon…hepsi güzel hayaller,bir gün bunlar belki gerçek olacak kim bilir.kim bilir şartlar ağır olmasaydı bir hafta sonra da sahip olabilirdim bu güzel eve.ama hayat her zaman istediğim şeyleri altın tepsinin içinde sunmuyor bana.hayallerin cazibesine kapılıp kendimden ödün de vermedim hiçbir zaman.ne düştüyse payıma onu kabul ettim.kadercide değilim aslında.ne varsa o.ne bir eksik ne bir fazla.hayallerim gerçek hayatın çok dışında olabilir ama olsun.insan hayalleriyle yaşar.beni ayakta tutan da hayallerim galiba…

Sorular

Bir film gibi yaşayabilecek miyiz hayatı,her şey kurgulu mu olmalı yoksa olduğu gibi mi yaşamalıyız.verdiklerimizin ve aldıklarımızın hesabını tutmalı mıyız.biri birinden fazla çıkarsa ne yapmalıyız.fazla verdiğimiz zaman kızmalı mıyız kendimize,eksik aldığımız zaman karşımızdakine mi kızmalıyız.aşkın peşinden koşmalı mıyız filmlerdeki gibi,yada kitaplardaki gibi beklemeli ve bizi bulmasını mı beklemeliyiz.duygusal insan mı olmalıyız yoksa tamamen mantıklı mı olmalıyız.hayatın gerçekleri karşısında ne yapmalıyız.paranın yeri geldiğinde her şey yeri geldiğinde hiçbir şey olmadığını nasıl öğrenmeli nasıl uygulamalıyız hayatımızda.koştuğumuz zaman yorulduğumuzu yürüdüğümüz zaman geç kaldığımızı nasıl kavramalıyız.yoksa olduğu gibi mi yaşamalıyız hayatı.ne geleceğini düşünerek nede geçmişin hesabını yaparak kendimize zindan etmemeli miyiz üç günlük dünyayı.diyelim ki öyle,geleceğimizi geçmişimizin ve bugünümüzün oluşturduğu gerçeğini ne yapmalıyız.kulaklarımızı kapalı mıyız bu gerçeklere,yoksa cevaplarını mı bulmalıyız.şarkılarda mı bulmalıyız soruların cevabını,yada şarkılarda teselli mi olmalıyız.yaşamayı çok mu ciddiye alıyorum acaba.soruları ve cevapları düşünmemeli miyim yoksa.bilmiyorum.ne yapmalıyım,ne yapmamalıyım bilmiyorum.tek bildiğim hayatı ciddiye alanların çokta mutlu olamadığı.tıpkı benim gibi…

3 Nisan 2009 Cuma

Sessiz Çığlık

suya yazı yazar gibi yazıyorum bloguma,
yazdıkça siliniyor gibi...
içimden kopup gelen isyanları sıralıyorum yazarken,
bir o kadar samimi ve bir o kadar yürekten...
buraya yazdıklarımı beni tanıyan kimsecikler bilmiyor...
bilmesinide istemiyorum zaten...
bildiler de ne oldu şimdiye kadar...
kalbimi kime açtıysam pişman etti beni...
şimdi o pişmanlığı yaşamak istemiyorum.
o yüzden çevremdeki herkese kapattım yüreğimi...
sessiz bir çığlık atıyorum buraya yazarak...
duyarsan bir gün bu çığlığı,
samimiyetinle gel lütfen...
ne olduğun,kim olduğun...
güzelliğin,cinsiyetin,ırkın,rengin,
hiç farketmez...
yeterki yürekten olsun gelişin...

Rollerim

daha çok dolaşırsın istanbul sokaklarında,
yüzlerde beni ararsın.
gittiğimiz mekanlarda hayali sesler duyarsın bana ait.
keşke birlikte olsaydık,
keşke yaptıklarımı yapmasaydım dersin.
daha çok özlersin beni.
bana acı çektirdiğini düşünürsün belki şimdi,
yada intikam aldığını,
sensiz yapamayacağımı,
hayata tutunamayacağımı düşünürsün kim bilir...
sorun değil canım,
istediğin şekilde düşün,
istediğin senaryoyu yaz,
istediğin rolü bana ver,
ben her rolü oynarım,
bunu sen söylemiştin bir zamanlar...
şu sıralar iftira atan bir rolde,
sana haksızlık yapan acımasız bir yaratığım.
olsun be gülüm,
olayım ne olmuş sanki,
ne olmadım ki daha önce sayende...

29 Mart 2009 Pazar

Köprü

öyle ise/
köprü dediğin sahte/
bir ayağı orada/
bir ayağı burada/
iki ayrı isim taşır/
iki tarafında/
helak eder kendini/
ikibaşlılığını saklayabilmek için/
gerim gerim gerilirken derisi/
çatır çatır ederken kemikleri/
birer birer dökülsün daha iyi/
taştan etleri/
varsın/
köprü yıkılsın/
ne geçmişte/
ne gelecekte/
hemen şu an yıkılsın/
bir ismi/
öteki isme/
bağlamak yerine/
tez elden/
suya karışsın/
varsın/
köprü dediğin/
su olsun...

27 Mart 2009 Cuma

Zamanın silemedikleriyle baş başa

Gecenin bir vakti gecekondu mahallesindeki bu plansız ve eski evin gıcırdayan kapısından sessizce çıktım bahçeye.yaşlanmış dut ağacının altındaki tahta sandalyeye oturdum,akşamdan kalma meyve tabağı masanın üzerindeydi hala.yemek istedim sabah toplanmış kayısılardan,iştahım yoktu en sevdiğim meyveyi yemeye.gözlerim dolu doluydu.ağlamak istiyordu gözlerim ama pınarlarım çoktan kurumuştu sanki.anılarım dizildi aklıma.bu eski evde yaşadığım anılarım beni benden alıp götürmüştü çoktan.gölgesinde dinlendiğimiz bu ağaç,dutlarını topladığımız sıcak yaz günleri.karşımda duran kayısı ağacı,her yaz bin bir zahmetle diktiğimiz domatesler,fasulyeler,biberler.kokusunu sevdiğimiz ve vazgeçemediğimiz reyhanlar.her baharda budadığımız,her zaman ilaçladığımız ve her defasında böceklerden koruyamadığımız asmalar.yazın her akşam açışlarını hayretle izlediğimiz akşam sefaları…zihnim öylesine dalgın ve yorgundu,bedenimse ölü gibiydi adeta.oturduğum yerden kalkmak istemiyordum.düşüncelerin esiri de olmak istemiyordum.geçmişin yükü altında ezilmekteydim çünkü.keşkelerim boğuyordu beni.keşke yapmasaydım dediğim hatalarım,keşke yapsaydım dediğim fırsatlarım…geçen geçmişti artık,yapmak istediklerim ve yapamadıklarımla birlikte geride kalmıştı zaman…ama ben bu eski evde zamanın silemedikleriyle baş başa kalmıştım…

22 Mart 2009 Pazar

Kim Sıkılmadı ki

verilen ve tutulmayan sözlerden,
yalan sevdalardan
umutsuz bakışlardan
yarım kalan ilişkilerden
isyanlardan
tek gecelik ilişkilerden
yüzsüz yüzlerden
maskeli insancıklardan
edebiyat yapanlardan
söz kesenlerden
dünyayı kurtaranlardan
kim sıkılmadı ki...

Merak Etme Ey Dost

gittinde eksildim mi sanıyorsun
sarsılmış olabilirim ama yıkılmadım
ayakta ağlayanlardanım bilirsin
sürünmek bana göre değildir
şimdi uzakta içten içe gülüyorsun halime
sensiz yapamayacağımı düşünüyorsun
merak etme ey dost
sensiz de yaparım
yalnızlığı severim bunu da bilirsin
gitmen birşey değiştirmeyecek bende
ilk başta acı çekeceğim belki
bir kaç damla lirik gözyaşı dökeceğim
sonra bir boşluk oluşacak
ve zamanla o boşluk dolacak
seninle değil bir başkasıyla
tıpkı daha önce gidenlerde olduğu gibi
iz bırakanlardan olacaksın
geriye dönüp baktığımda
tatlı bir anı olarak kalacaksın...

Sensizliğin Kışına Başlarken

Terk edilmiş bir bavul gibi duruyordum

Eski bir tren istasyonunda

Taş binanın soğuk duvarlarına yaslanmış yorgun bedenim

Her gün bir sevda eskitiyordum

Bir bahar bitiyor,

Bir umut daha yaşlanıyordu her gece

Bir son bahar başlıyor

Bir ümit daha can veriyordu

Sensizliğin kışına başlarken,

Geceye not

 Uykusuz bir gece daha Kafamın içindeki sesleri susturamıyorum Martıların çığlıklarına karışıyor içimdeki gürültü Düşünceleri sıraya dizmeye...