Bir elimizde hasret, bir elimizde gecenin soğuk yüreği ile özlemlerimizi dindirdiğimiz nice anlarımız vardır ve binlerce âhın içine gizlediğimiz nice sabır dualarımız… Hasretimiz alabildiğince zirveye tırmandıkça, gözyaşlarımız kuytulara saklanır. Suskunluğumuz aslında kıyamettir o an. Dile gelmek istesek de gelemeyiz, saatlerin gece yarısını vurduğu özlem dolu o demlerde, anlatamadığımız, anlatamadıkça içimizdeki en güzel şeyleri bile zehre dönüştüren o suskunluğumuz gözlerimizde yansımaya başlar. Hüzün dolu o bakışlar bomboş duvarlara takılı kalır. Bir o kadar da kahır eklenir.
Kaçıncı kez denemişizdir oysa mutluluğu ve umutsuzluğu kaçıncı kez söküp atmak istemişizdir yüreğimizden. Sevdanın gücüyle aşkın lideri olmaktı hep düşüncelerimiz, ama kader bu ya, hep olumsuzlukları sermiştir önümüze, hep yalnızlıkları tutuşturmuştur elimize. Yüreğimize bir çift kanat takıp da uçuran düşlerimiz, hayallerimiz, özlem dolu bekleyişlerimiz yalnızlığın potasında, gün gün eriyip yok olurken içimiz acıyla burkulur.
Bir zamanlar acılar ne kadar da uzak gibiydi bizden, ayrılıklar bile. Hasret acısı hiç gündeme gelmezdi. Her şey sevda adına anılırdı. Çünkü yeni umutlar vardı içimizde. Her soluk alışımızda kullanılmış sabahlarımız olsa da, yaşayacaktık… Tanıyacaktık hayatı, biz de herkes gibi ama hazırlıksız geceler tutuşturuldu ellerimize. Nereden bilecektik ki yalnızlıklar bu gecelerin içinde. Acı, sitem, kahır karanlıkların derinliklerinde.
Ne yılların tadı var artık ne de beklenen günlerin. Kurduğumuz cümleler bile olumsuzluklarla noktalanır oldular. Hani o saçlarımızı savuran baharlar, yüreğimizde demlenen muhabbetler, dilimizdeki şükür dualarımız, yudum yudum içilen sevda iksiri nerelere gizlendiler. Umudumuz an be an kırılır oldu. Yorgun ve kimsesiz oluşumuz boşuna değil, gecelere serilen gurbet yataklarına uzandıkça, boşuna değil yüreğin çırpınışları. Kederden örülü renge bürünen gözler buğulandıkça, yürek çırpınmaktan başka ne iş yapabilir ki…
Böyle gecelerde, sessizliğin çığlığıdır kulaklarımızdaki ve her şeyin sonu gelmiş gibi gelir. Sanki bütün şehrin elektrikleri kesilmiş ve bir siz varsınız koskoca şehirde, bir başınıza üstelik. Kendi hikâyenizle baş başa, kaderinizle, kendi alın yazınızla, acılarınızla, yaralarınızla, öfkenizle, çığlıklarınızla ve kabullenmişliğinizin onca yalnızlığıyla. Bu boyun eğmekten başka nedir ki geceye ve eğdiğimiz sürece hep böyle yitik, böyle yalnız, böyle göçmen kalacağız. Nereye gidersek gidelim hep yalnız olacağız. Sonunda bu yaşam bizim için iğreti bir hal olup çıkacak.
İşte bir karabasan gibi çöker gecenin karanlığına yalnızlık. Mutluluğa ait ne varsa siler süpürür, hüzün çiçekleri açtırır gönül bahçelerinde, göz pınarlarını coşturur, üşür artık duygularımız üşür sabır dualarımız. Ellerimiz tutunacak bir destek arar, gözlerimiz korkularımızı yüreklendirecek bir ışık, gece karanlığında titrer, geceyle birlikte yürek titrer. Dert, keder, özlem, hasret gecenin süsüymüş gibi kurulur karanlığa.
Hep bir şeyler istedik, bir şeyler bekledik aşktan ve de sevdadan. Fakat isterken ve de beklerken, ne kadarının ne miktarda huzur ve mutluluk vereceğinin hesabını yapmadık, yapamadık. Bu yüzden gecelere hapsettik kendimizi. Sessizliğin sesini hissettikçe, duman duman çektik karanlıkları içimize. Acılardan damıtılmış gözyaşlarımız, hasretin yangınlarıyla kor kor indi de yüreğimize aldırmadık.
Oysa kendimizi huzur içinde alabildiğince rahat ve hatta elimizi uzatsak, mutluluğu salkım salkım koparacak gibi hissettiğimiz anlarımız olmadı mı ve sevdamıza bir nefes kadar yakın olduğumuz, dahası istersek ruhun bedenden sıyrılıp, duyguların yoğunluğunda gezindiği, acıya kedere karşı galibiyet kazanmış gibi hissettiği zaman dilimi hiç mi hiç olmadı mı sanki. Ebetteki olmuştur. Ama biz çekilen acıları, mutluluklardan daha çok hatırlarız nedense. Sanki çekip giden yıllar mutlulukları da beraberinde götürmüşler de, bize sadece geceler kalmış gibidir. Kireç bağlamış isyanımızı, umutsuzluklarımızı, öfke ile düğümlenmiş yüreğimizi, donup kalmış sevdamızı gözyaşlarımızın sıcağında eritmeye kalkarız bu gecelerde.
Her şey ama her şey gelip geçicidir aslında. Her insanın kendine göre bir hayat hikâyesi olacak elbette. Bu hikâyenin içinde küskünlükleri, beklentileri, hayal kırıklıkları, duygu çıkmazlarında bocalamaları, pişmanlıkları, içinde düğümlenip kalan isyanları ve de öfkeleri olacak. Bir gün hayattan soyunduğumuzda her şeyin kısacık bir geçitten ibaret olduğunu göreceğiz.
Sevdalara attığımız ilk adımlarımız, hayat boyu unutamayacağımız yaşanmışlıkların başlangıcı değil midir ve böyle başlamaz mı hepimizin hayat hikâyesi ya da bizler bu tür hikâyelerin farklı dönem kahramanları değil miyiz ve gecelere kendimizi tutsak edenler bizler değil miyiz?
1 yorum:
Gece, oğuk yüreği ile öyle büyük öyle kadim bir çarşafki insanların bembeyaz ve serin yüzlerine.. Anılarımızı, hatıralarımızı, dileklerimizi yeri geldiğinde isyanlarımızı ve göz yaşalrımızı siliyoruz bu çarşafa içine döküyoruz ayrılıkları, bizden ayrılmış parçalarımızı. Fakat eğer insan başlıyosa eğer geceye bağımlı yaşamaya ve atmaya çalışıyorsa kendini gecenin sonsuz-sonlarına... hapsoluyor içinden artık çıkamıyor...
yüreğine sağlık...
çok güzel bir anlatım,
dışa vurum olmuş...
Yorum Gönder