15 Kasım 2014 Cumartesi

vazgeçtim

yeni bir ev,yeni bir oda...

farklı bi mekan,

değişmeyen eşyalar....

bir umutla taşındım

'yeni kararlar,yeni idealler...

eskisi gibi olmayacak hiç birşey!

bu kez kaderin çarklarında ezilmeyeceğim.

malup olmayacağım insanlara'

dedim kendi kendime....

henüz

eşyaları tek tek yerleştirirken vazgeçtim ideallerimden...

not;bu yazıyı yazalı beş yıl olmuş,geriye dönüp baktığımda değişen hiçbir şey olmamış..yazık..



yalnızlık

bir cuma daha geçer yüreğimin ortasından,

yine kendime kalmışımdır

ağlamalarım sessiz olur

isyanlarım kendime kalır

Boş İşler

Bazen hayatın tesadüflerinin peşinde koşarken yorulur kalırız,
karşımıza çıkan her insanın,
her fırsatın biricik ve tek olduğu yanılgısına kapılırız,
gözlerimiz görmez başka birşeyi,
herşey o'dur,
her yol ona çıkar,
ne büyük yanılsamadır,
serap gibi,
koşar koşar ve boşa çıkar koştuğumuz sevdalar,
yorulduğumuzla kalırız,
hiç bir hayalin peşinden dünyada sadece o hayal varmış gibi
koşmak
anlamsızdır aslında,
koşarken çevremize baksak,
ne fırsatlar,ne güzellikler gelip geçer yanımızdan,
ama yok,
bakamayız,
bakıpta kendimizi meşgul edemeyiz..
hedefimize odaklanmak varken,
ne gerek var boş işlerle zaman öldürmeye..

1 Eylül 2014 Pazartesi

Duvar

“Yaralarımızı birbirimize gösterecek kadar soyunamıyorduk henüz birbirimizin yanında. Aramızda yükselen yılların kendimizle dünya arasında sertleştirdiği güvensizliğin kalın duvarını kolay kolay aşacağa benzemiyorduk. İkimizin de fazlasıyla farkında olduğu, varlığından rahatsızlık duyduğu ama bunun için pek bir şey yapamadığı umarsız bir durumdu bu.

Aynı sorunu yaşıyor, aynı tedirginliği paylaşıyor olmamız, birbirimize yardımcı olmamıza yetmiyordu. Ördüğümüz duvarın yorgunluğuyla arkasına sinip çöktüğümüz kendi güvenli bölgemizde, ötekinin atlayıp buraya gelmesini ya da tamamen çekip gitmesini bekliyorduk. Bazı hikayelerin başlamaması için bir an önce bitmeleri gerekiyordu.

Önceleri böyle değildi belki, önce böyle değildik, ama şimdi korkuyorduk.“

2 Nisan 2014 Çarşamba

Pinhan



“Ben dostumu gökte ararken yerde buldum pinhan. Lâkin bulur bulmaz da yitirdim. Senin yüreğine gurbet düşmüş bir kere, kavli karar etmişsin göçmeye. Gönlün o yöne akmış pinhan, elden ne gelir. Sana verebileceğim topu topu iki hediyem var sadece. Birisi kulağına küpe olsun diye. Her ne yöne gidersen git, kaç menzil tüketirsen tüket sakın ola kendinden utanma. Vücudun şehrine gir pinhan; onu seyreyle. Hem de doya doya seyreyle. Biz nefsimizi silmekten değil, bilmekten yanayız; unutma. Birinci hediyem budur sana….”

***

“öyle ise/ köprü dediğin sahte/ bir ayağı orada/ bir ayağı burada/ iki ayrı isim taşır/ iki tarafında/ helak eder kendini/ ikibaşlılığını saklayabilmek için/ gerim gerim gerilirken derisi/ çatır çatır ederken kemikleri/ birer birer dökülsün daha iyi/ taştan etleri/ varsın/ köprü yıkılsın/ ne geçmişte/ ne gelecekte/ hemen şu an yıkılsın/ bir ismi/ öteki isme/ bağlamak yerine/ tez elden/ suya karışsın/ varsın/ köprü dediğin/ su olsun…

***

dağ, tepe/ bayır, ova/ su ve toprak/ ateş ve hava/ senin kokunla yoğrulmuş/ buram buram sen kokmakta/ her nefeste/ her iç çekişte/ ve her özlemde/ seni/ sade seni/ soluyorum/ senin karşında utanmaktan değil/ seni utandırmaktan/ korkuyorum/ öyle sapa bir yola/ soktun ki/ beni/ öyle bir yolda rehberlik ettin ki/ hep ışığı görmemek için/ görüp de/ gün ortasında çırılçıplak kalmamak için/ yalvardım durdum/ en nihayetinde/ dönüp dolaşıp vardığım yerde/ senden/ bir senden/ uzak düştüm/ ayrı düştüm/ belki de ilk kez/ o zaman bölündüm…

***

de bana, vuslatımıza daha çok var mı?
hani halkanın ucunda/ kavuşacaktım sana/ hani bir iken ayrı düşmüştük/ ve çok iken bir olacaktık sonunda/ çoktan razı idim oysa/ razı idim gecenin matemine/ karanlığı fırsat bilene/ ve korkaklığıma/ ve karabasanlarıma/ oyun oynar gibi yaşar giderdim/ kuş avlardım/ kuşları deli gibi kıskanırdım ya/ bırakmadın/ bırakmadın ki kendimden kaçayım/ koyvermedin/ koyvermedin ki sürsün bu devran

***

döndü halka/döndü olanca hızıyla/ toprak ki siyah bir halka idi/ ve geceye saklanırdı bazen/ tuttu su ile karıştı/ su ki sarı bir halka idi/ rengiyle dalaşırdı bazen/ tuttu toprağı kucakladı/ eğildim suya baktım/ suda kendimi gördüm/ kendimi sen sandım/ sarılmak için atıldım/ köprüye hıncım yalan imiş/ onu yıkarken suya karışan/ ben oldum

***

balçıktan çıktım ben/ balçıktan yoğurdum kendimi/ içerdeki dışa taştı/ dıştaki içe çekildi/ görünen görünmeyene sataştı/ görünmeyen görünene diş biledi/ siyah halka/ sarı halka ile yer değiştirdi/ çekildim bir köşeye/ sessiz sedasız/ baktım olan bitene/ seni gördüm kaderimde/ ebrunun halkalarını saydım/ tastamam dört etti/ halkalardaki kıvrımları hesapladım/ tastamam senin ismin etti/ isminin yanına beni de kazı dedim/ boyalar isyan etti

***

bir de baktım ki/ ben ben değilim artık/ suretim başka bir suret/ ismim bir başkasının ismi/ gönlüm ne yöne akar/ ben ne yöne/ verdiğin emaneti yitirdim yollarda/ hata ettim/ kusur ettim/ affola…

***
isimler ki büyülüdür/ sade büyülü mü/ isimler hem de büyücüdür/ sanmam ki çıkmış olsun hatırından/ ismini “fasl-ı hazan” koyalım/ söndüğü yerde aradığını bulasın/ lakin fasl-ı hazan demek/ fasl-ı hüzün demek/ söndüğü yerde/ sana kavuşmam gerek/ onun söndüğü yerde/ benim tutuşmam gerek…”

Elif Şafak

not;daha önce paylaşmıştım ama o zaman ki ruh halimle şimdi ki ruh halim arasında pek bi fark olmadığından yeniden paylaşma ihtiyacı hissettim..

3 Ocak 2014 Cuma

Omayra

Cevabı ömür süren bir soru bıraktım sana
Mendili kan kokan sevgili arkadaşım
Usta bakışların keşfettiği rahatlıkla arkama yaslandım
elimde şah mat yüzüğümde tek taş siyanür
adınla bulanan bir aşkın, bir maceranın
macerasında yolun sonunu söylüyordu
günahkâr iki melek olan sağdıçlarım Al birkaç bulutlu sözcük
atlasını sırtında taşıyan çalınmış bir zaman
mekik, taflan, kar kesatı bir iklim
aşk mı, macera mı dersin bu uzun seferberlik
bu ilişkinin topografyasını
mezhepler tarihinden bulup çıkardım adanan boynunda o gümüş zincir
bilmiyorsun arması sallanıyor ucunda
işte yazgının kara zırhlısı!
Kork! kutsal kitaplardaki kadar kork!
Çünkü hiçtir bütün duygular
Korkunun verimi yanında Benim ruhum nehirler kadar derin!
Kızıl kısraklar gibi üstümden geçeceksin! Arı bir sessizlik duruyor
şiddetimizin armaları arasındaki uzaklıkta
gövdenin demir çekirdeği
kalkan teninin altında
sana okunaksız bana saydam giz
içindeki uğultunun izini sürüyorum bir açıklığa taşıyorum ele vermez yerlerini
harabeler diriliyor
heykeller tamamlanıyor
kendi kehanetinden büyülenmiş gözlerimin önünde
başka çağlara gidip geliyoruz
aşk tanrısı için seviştiğimiz ve uyuduğumuz sahillerde
aşkın kaplan ve yılan düğümüyle Öpüyorum seni boynundaki yaradan
iniyorum kaynağına
aydınlanmamış yanların ışığa çıkıyor
dokunuşlarımın parıltısında
düğümlü mendilin, gümüş zincirin
sımsıkı mühürlendiğin bütün kilitler çözülüyor avuçlarımda Tılsım tamamlanıyor
ortaçağ kentlerinden geçiyoruz dönüşte
indiğim kaynakların mezhep değiştiriyor
zamanın ve uzamın kilitlendiği kara kutuda benim kelimelerim
tılsım tamamlanıyor
dudaklarımdan sızan erkek sütünün kara büyüsüyle sevgilim oluyorsun
uyuyor ve yıkanıyoruz ay ışığında
bakıyorum güneş iniyor yüzünün alacakaranlığına Adın yoktu tanıştığımızda
eksiğini de duymadık
bazen bir rüzgârı, bazen birkaç zeytini
adının yerine kullandık Adın yoktu tanıştığımızda
sonra da olmadı
çünkü başka biri oldun zamanla Şimdi adın var
şimdi ruhumun sislere sarılı derinlikleri
yükseliyor ve tehdit ediyor
kıstırılmış varlığımın bütün cephelerini
yüzümün pususunda geziyor
sularda bilenmiş bıçaklar uyandırılmış acılarım, bulanmış sarnıcım
etimle ruhum arasında çelişen ilke
geri döndü bana
kendi ellerimle kurduğum kara büyüden
içimdeki tarih bitti
siliyorum bir aşkı var eden her ayrıntıdaki parmak izlerini ve şimdi adın var
ve şimdi
ikimizin vaktinde
intikam saati geldi Omayra, bu adı verdim sana
ve mevsimleri bütün anlamlarıyla
iki çakılına bir deniz vereyim
hayallerine mavi buğday
dokuz yaşamın olsun tek tek öldüreyim
esmer ve çırılçıplak bir gecede bütün düşmanların gelecek
koynumdaki cenazene Seni saran efsane çürüyüp toprağa karışırken
kucağımda başın
gümüş bir tarakla tarayacağım saçlarını
kendi enkazımın üstünde
kurtlar, çakallar gibi uluyarak ağlayacağım acıdan
öldürerek yaşatacağım seni kendimde Ocağın parıltısıyla aydınlanan yüzün
gücünden habersiz sakin gülüşün
kamçılıyor içimdeki bütün köleleri
ben ki hileli bir oyun,
birkaç kırık zar
ve kara muskalı tılsımlarla almışken seni kaderinden, kıyasıya bağlamışken kendime
asıl sen tutsak etmişsin beni
dünyaya kapalı kapıların ardındaki
içi boş sessizliğine sığlığın, sevgisizliğin
o sonsuz kendiliğindenliğin
dünyanın sana değmeyen yerleri
nasıl da çekici yapıyor seni
o kadar bağlandım ki
tutkusuz bedenine ya öldüreceğim seni
ya tunç çağından heykeller indireceğim dökümüne Sayıklayan bir ağaç gibiyim Omayra
uğultusu geliyor ta derinden
gövdemin geçtiği masalların
içimdeki deprem ayakta tutuyor beni
geri dönüp vuruyor çalınmış zaman
bak sana korkaklığımı veriyorum var olmanın bütün varoşlarından
ben yenildim, işte silahlarım
tılsım tamamlandı
sonuna geldim çizgilerini sildiğim
bir büyük haritanın
aşkım ölümün sınırında Omayra olduğun yerde kal kımıldama!

Murathan Mungan

12 Kasım 2013 Salı

Gönlü Geniş Ve Ruhu Gezgin, Sufi Meşreplilerin Kırk Kuralı

On Üçüncü Kural:

Şu dünyada 

semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı hoca şeyh şıh var.
Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir.
Tutup da ona hayran olmaya değil.

3 Eylül 2013 Salı

Ağır melankoli

ağır melankoli,
gelir,geldiği gibi durmaz ve gitmez..
bazen bir şarkı sözüdür,
bazende siyah beyaz bir fotoğraftır..
başka hayatların peşinde koşarken,
kendi özüne dönmene sebep olur..
duvara çarpar,neye döndüğünü bilemezsin..
kanar yaraların,içine akıtır,susarsın...

24 Ekim 2012 Çarşamba

Aşkın Karanlık Matemi

Karanlıkta duruyorum aşk vurmasın yüzüme
Dokunmasın bana kimse
Kimse ulaşmasın artık
Tenimin incinen yerlerine
Uyanmasın bir daha etimdeki yaralı hayvan
Zamanın siyah deltasında çürümek istiyorum
Biliyorum artık kimse yok kimsesizliğimde

Biliyorum aşka kimse yok
Aşkın karanlık metali
Soğuyor yüreğimin derinliklerinde
Aşklarım,arkadaşlarım,dostlarım
Dağılıp gitti herkes
İçimi sızlatacak kimse kalmadı içimde...

17 Aralık 2011 Cumartesi

En Güzel Günlerimin Üç Mel'un Adamı Var

 Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım hatıralarımın camını
En güzel günlerimin üç mel'un adamı var :
Biri sensin
biri o,
biri ötekisi
Düşmanımdır ikisi
Sana gelince
Yazıyorsun
Okuyorum
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa
insanın bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum
Ne yazık!
Ne kadar beraber geçmiş günlerimiz var;
senin ve benim
en güzel günlerimiz
Kalbimin kanıyla götüreceğim ebediyete ben o günleri
Sana gelince,
sen o günleri
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!
Satıyorsun :
günde on kâat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek ve üç yüz papellik rahat için
En güzel günlerimin üç mel'un adamı var :
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi
Sana gelince
Ne ben Sezarım,
ne de sen Brütüssün
Ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün
Artık seninle biz,
 düşman bile değiliz...

Nazım Hikmet

Geceye not

 Uykusuz bir gece daha Kafamın içindeki sesleri susturamıyorum Martıların çığlıklarına karışıyor içimdeki gürültü Düşünceleri sıraya dizmeye...