ağır melankoli,
gelir,geldiği gibi durmaz ve gitmez..
bazen bir şarkı sözüdür,
bazende siyah beyaz bir fotoğraftır..
başka hayatların peşinde koşarken,
kendi özüne dönmene sebep olur..
duvara çarpar,neye döndüğünü bilemezsin..
kanar yaraların,içine akıtır,susarsın...
3 Eylül 2013 Salı
24 Ekim 2012 Çarşamba
Aşkın Karanlık Matemi
Karanlıkta duruyorum aşk vurmasın yüzüme
Dokunmasın bana kimse
Kimse ulaşmasın artık
Tenimin incinen yerlerine
Uyanmasın bir daha etimdeki yaralı hayvan
Zamanın siyah deltasında çürümek istiyorum
Biliyorum artık kimse yok kimsesizliğimde
Biliyorum aşka kimse yok
Aşkın karanlık metali
Soğuyor yüreğimin derinliklerinde
Aşklarım,arkadaşlarım,dostlarım
Dağılıp gitti herkes
İçimi sızlatacak kimse kalmadı içimde...
Dokunmasın bana kimse
Kimse ulaşmasın artık
Tenimin incinen yerlerine
Uyanmasın bir daha etimdeki yaralı hayvan
Zamanın siyah deltasında çürümek istiyorum
Biliyorum artık kimse yok kimsesizliğimde
Biliyorum aşka kimse yok
Aşkın karanlık metali
Soğuyor yüreğimin derinliklerinde
Aşklarım,arkadaşlarım,dostlarım
Dağılıp gitti herkes
İçimi sızlatacak kimse kalmadı içimde...
27 Nisan 2012 Cuma
17 Aralık 2011 Cumartesi
En Güzel Günlerimin Üç Mel'un Adamı Var
Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım hatıralarımın camını
En güzel günlerimin üç mel'un adamı var :
Biri sensin
biri o,
biri ötekisi
Düşmanımdır ikisi
Sana gelince
Yazıyorsun
Okuyorum
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa
insanın bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum
Ne yazık!
Ne kadar beraber geçmiş günlerimiz var;
senin ve benim
en güzel günlerimiz
Kalbimin kanıyla götüreceğim ebediyete ben o günleri
Sana gelince,
sen o günleri
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!
Satıyorsun :
günde on kâat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek ve üç yüz papellik rahat için
En güzel günlerimin üç mel'un adamı var :
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi
Sana gelince
Ne ben Sezarım,
ne de sen Brütüssün
Ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün
Artık seninle biz,
düşman bile değiliz...
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım hatıralarımın camını
En güzel günlerimin üç mel'un adamı var :
Biri sensin
biri o,
biri ötekisi
Düşmanımdır ikisi
Sana gelince
Yazıyorsun
Okuyorum
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa
insanın bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum
Ne yazık!
Ne kadar beraber geçmiş günlerimiz var;
senin ve benim
en güzel günlerimiz
Kalbimin kanıyla götüreceğim ebediyete ben o günleri
Sana gelince,
sen o günleri
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!
Satıyorsun :
günde on kâat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek ve üç yüz papellik rahat için
En güzel günlerimin üç mel'un adamı var :
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi
Sana gelince
Ne ben Sezarım,
ne de sen Brütüssün
Ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün
Artık seninle biz,
düşman bile değiliz...
Nazım Hikmet
29 Eylül 2011 Perşembe
28 Eylül 2011 Çarşamba
Gece Ve Müzik
Ne zaman otursam gecenin başına
Ne zaman müziğin;
yazamıyorum sözünü etmek istemediğim şeyleri
birbirinden ışığını saklayan uzak yıldızlar gibi
çekiliyor herşey kendi karanlığına
parmak uçlarımda yıldız tozlarıyla kapıyorum gözlerimi
Ey ruhumun en büyük şartı olan tedirginlik!
Şimdi saat on iki
Şimdi gece ve müzik
Ne zaman otursam gecenin başına
Ne zaman müziğin
göçüyorum boş kağıdın sessizliğine
kalbim, kapatılmış kireç kuyusu akıyor kendine
bakıyorum gençliğim geçiyor uzaktan
dudaklarında bir ıslık
kitapların on lira olduğu zamanlardan
anayurdum gece, kalbimi yazdım mürekkebinle
gün bir çocuk, yaralanmış
akşamın kıyılarına vuran
yürekteki gizli yemin
gidiyor bir şiirden ötekine
ardında yıkılmış kentler
bayındır düşler var ilerde
gün bir çocuk, yaralanmış
ütopyaları kalelerle değiştiren
güdümlü gündüzlerde
anayurdum gece,
öt pelerinini ışıkları sönmüş odalarda
radyo dinleyen çocukların üstüne
saf kokunun sindiği oturma odaları
zamanın tortusu eşyaların duruşunda
duvarlarda içi boşalmış resimler
yıllardır dağılmayan bir sis
akşam yemeklerinin yendiği muşamba masada
kilit altına alınmış duygular, düşünceler
bütün tetikler çekili durur
gerginliğin geometrik nizamında
ışıkları yanmamış akşam alacası
okul dönüşü saat beş radyoda fasıl çalar
bütün gün iç geçiren
ölgün kadın yüzleri sobanın etrafında
ağrı eşiği alçak,
acı frekansı yüksek
okul ve aile birliğinde parçalanmış çocuklar
bir oda, bir dönümlük dünya
kol demiri iner az sonra
çıplak yara gençlik
günden geceye ilerleyen
yüksek gerilim hattında
odam, yaralı hayvan
gecenin gümüş alaşımında gölgelenen eşyalar
müziğin dördüncü duvarı, karanlığın kundağı
sarıyor gündüzün yaralarını
kendime yerleşmek, kendimden uzaklaşmak için gözlerimi kapıyorum
dinliyorum uçurumlara oturmuş ağaçlar gibi başka odalardaki yalnızlıkları
odam yasak kitaplar
suç ortağı şiirler
sevdiğim bir kaç poster
odam bir karaduygu fotoğrafı
o çember zaman içinde
yoktu ki varolmanın başka yolları
yastığımın altında
tutukluk yapmaz silahım
uykumu bekleyen kelimeler
geri dönüyorum
geçmişte çalınan bir gecenin kapılarından
yarım kalmış bir sevişme hatırlıyorum
bir daha hiç tamamlanmamış olan
sonra bir diğerini, bir diğerini daha
derken dağılmış kristal
odalarda sızlayan
sonra seni
deri ceketin odamın duvarında asılı kaldı
yıllar yılı birbirimizi paralamaktan
vazgeçip seviştiğimiz ilk ve tek akşamdı
benim için sus payı bir kaç şiirsin artık eski hatıra
ya sen ne yaptın bunca zaman
değişmesi gerekeni sağlaştırmaktan başka
bak duyuyor musun
Deep Purple, Led Zeppelin
Emerson, Lake and Palmer
plak zarflarında yitirdiğimiz ritüel
bugün birinci viteste yaşıyormuş gibi
bir duyguya kapılıyor musun ara sırada olsa
buluştuğun birileri var mı
gecenin, müziğin, şiirin toprak hattında
kapamadan gittiğin arka kapı
bak açık duruyor hala
uğrar mısın bir gün unuttuğun ceketini almaya
Hırsızlığın ürpertili monologu:
Kendime hayatımı anlatıyorum
Daha o zamanlar biliyordum
Yapmaya çalıştığım her şeyin
Kendime hayatımı anlatmak olduğunu.
Sözcükleri sevmeyi, büyütmeyi, büyülemeyi,
onları sivriltip silah yapmayı, yaralamayı da
süsleyip gönül almayı da
aynı zamanlarda öğrendim.
Sözcüklerin karbon ve elmas gücünü keşfettim.
Gecenin geometrisinde, müziğin matematiğinde
Saklı duruyor şimdi gizli sözlüğüm
Uzakta değil
Hırsızlığın ürpertili monologu
dilimin ucunda siyanürüm.
Duvarlarda uzak bir geleceğin koyu gölgeleri
Şiirlerimizi okurduk mahcup bir fısıltıyla
plaklar dinletirdik birbirimize, filmler anlatırdık
Sonra gizlerimizi vermeye gelirdi sıra
dünyayı anlamanın yakıcı isteğiyle
gömüldüğümüz kitaplar, genç ölenlerin matemi...
Hiçbir şey ilham vermezdi aşka ve kavgaya
Eric Clapton'ın gitarı, Genesis'in tarihi
ve Ayın öteki yüzü kadar
Şimdi radyoyu açsam
Biliyorum dünyanın bütün radyolarındasınız
Gençliğini kirletilmiş takvimlerde yaşayanlar!
Artık ne montumun cebindeki çakı
Ne yüreğimde tetiği düşmüş sözcükler
Çok zaman oldu
Odamızın kapısını çekip
O evlerden çıkalı
Ellerimizi ve yüreğimizi kirletmeden geçtik
vahşetin yakın tarihinden
ucuza yaralandık, pahalıya ölmedik
Biz radyonun son çocukları
anayurdum gece,
ört pelerinini ıslığını yenileyen
çocukların üstüne
gece ve müzik
kapanış programı
bu kitabın da
kili dağılıyor
kendime yazdığım serüvenin
her şiir tabletler halinde bölünüyor birbirine
çoğalıyor birbirinin içinden
gündelik dile transpoze edilmiş şarkıların
biliyorum, kimi derin yaralar okunmaz kalp ağrısı
kırgınlıklarım
kimi eski hatıra ecza dolaplarında saklı mırıldanlıklarım..
Murathan Mungan
Ne zaman müziğin;
yazamıyorum sözünü etmek istemediğim şeyleri
birbirinden ışığını saklayan uzak yıldızlar gibi
çekiliyor herşey kendi karanlığına
parmak uçlarımda yıldız tozlarıyla kapıyorum gözlerimi
Ey ruhumun en büyük şartı olan tedirginlik!
Şimdi saat on iki
Şimdi gece ve müzik
Ne zaman otursam gecenin başına
Ne zaman müziğin
göçüyorum boş kağıdın sessizliğine
kalbim, kapatılmış kireç kuyusu akıyor kendine
bakıyorum gençliğim geçiyor uzaktan
dudaklarında bir ıslık
kitapların on lira olduğu zamanlardan
anayurdum gece, kalbimi yazdım mürekkebinle
gün bir çocuk, yaralanmış
akşamın kıyılarına vuran
yürekteki gizli yemin
gidiyor bir şiirden ötekine
ardında yıkılmış kentler
bayındır düşler var ilerde
gün bir çocuk, yaralanmış
ütopyaları kalelerle değiştiren
güdümlü gündüzlerde
anayurdum gece,
öt pelerinini ışıkları sönmüş odalarda
radyo dinleyen çocukların üstüne
saf kokunun sindiği oturma odaları
zamanın tortusu eşyaların duruşunda
duvarlarda içi boşalmış resimler
yıllardır dağılmayan bir sis
akşam yemeklerinin yendiği muşamba masada
kilit altına alınmış duygular, düşünceler
bütün tetikler çekili durur
gerginliğin geometrik nizamında
ışıkları yanmamış akşam alacası
okul dönüşü saat beş radyoda fasıl çalar
bütün gün iç geçiren
ölgün kadın yüzleri sobanın etrafında
ağrı eşiği alçak,
acı frekansı yüksek
okul ve aile birliğinde parçalanmış çocuklar
bir oda, bir dönümlük dünya
kol demiri iner az sonra
çıplak yara gençlik
günden geceye ilerleyen
yüksek gerilim hattında
odam, yaralı hayvan
gecenin gümüş alaşımında gölgelenen eşyalar
müziğin dördüncü duvarı, karanlığın kundağı
sarıyor gündüzün yaralarını
kendime yerleşmek, kendimden uzaklaşmak için gözlerimi kapıyorum
dinliyorum uçurumlara oturmuş ağaçlar gibi başka odalardaki yalnızlıkları
odam yasak kitaplar
suç ortağı şiirler
sevdiğim bir kaç poster
odam bir karaduygu fotoğrafı
o çember zaman içinde
yoktu ki varolmanın başka yolları
yastığımın altında
tutukluk yapmaz silahım
uykumu bekleyen kelimeler
geri dönüyorum
geçmişte çalınan bir gecenin kapılarından
yarım kalmış bir sevişme hatırlıyorum
bir daha hiç tamamlanmamış olan
sonra bir diğerini, bir diğerini daha
derken dağılmış kristal
odalarda sızlayan
sonra seni
deri ceketin odamın duvarında asılı kaldı
yıllar yılı birbirimizi paralamaktan
vazgeçip seviştiğimiz ilk ve tek akşamdı
benim için sus payı bir kaç şiirsin artık eski hatıra
ya sen ne yaptın bunca zaman
değişmesi gerekeni sağlaştırmaktan başka
bak duyuyor musun
Deep Purple, Led Zeppelin
Emerson, Lake and Palmer
plak zarflarında yitirdiğimiz ritüel
bugün birinci viteste yaşıyormuş gibi
bir duyguya kapılıyor musun ara sırada olsa
buluştuğun birileri var mı
gecenin, müziğin, şiirin toprak hattında
kapamadan gittiğin arka kapı
bak açık duruyor hala
uğrar mısın bir gün unuttuğun ceketini almaya
Hırsızlığın ürpertili monologu:
Kendime hayatımı anlatıyorum
Daha o zamanlar biliyordum
Yapmaya çalıştığım her şeyin
Kendime hayatımı anlatmak olduğunu.
Sözcükleri sevmeyi, büyütmeyi, büyülemeyi,
onları sivriltip silah yapmayı, yaralamayı da
süsleyip gönül almayı da
aynı zamanlarda öğrendim.
Sözcüklerin karbon ve elmas gücünü keşfettim.
Gecenin geometrisinde, müziğin matematiğinde
Saklı duruyor şimdi gizli sözlüğüm
Uzakta değil
Hırsızlığın ürpertili monologu
dilimin ucunda siyanürüm.
Duvarlarda uzak bir geleceğin koyu gölgeleri
Şiirlerimizi okurduk mahcup bir fısıltıyla
plaklar dinletirdik birbirimize, filmler anlatırdık
Sonra gizlerimizi vermeye gelirdi sıra
dünyayı anlamanın yakıcı isteğiyle
gömüldüğümüz kitaplar, genç ölenlerin matemi...
Hiçbir şey ilham vermezdi aşka ve kavgaya
Eric Clapton'ın gitarı, Genesis'in tarihi
ve Ayın öteki yüzü kadar
Şimdi radyoyu açsam
Biliyorum dünyanın bütün radyolarındasınız
Gençliğini kirletilmiş takvimlerde yaşayanlar!
Artık ne montumun cebindeki çakı
Ne yüreğimde tetiği düşmüş sözcükler
Çok zaman oldu
Odamızın kapısını çekip
O evlerden çıkalı
Ellerimizi ve yüreğimizi kirletmeden geçtik
vahşetin yakın tarihinden
ucuza yaralandık, pahalıya ölmedik
Biz radyonun son çocukları
anayurdum gece,
ört pelerinini ıslığını yenileyen
çocukların üstüne
gece ve müzik
kapanış programı
bu kitabın da
kili dağılıyor
kendime yazdığım serüvenin
her şiir tabletler halinde bölünüyor birbirine
çoğalıyor birbirinin içinden
gündelik dile transpoze edilmiş şarkıların
biliyorum, kimi derin yaralar okunmaz kalp ağrısı
kırgınlıklarım
kimi eski hatıra ecza dolaplarında saklı mırıldanlıklarım..
Murathan Mungan
21 Ağustos 2011 Pazar
Avara
anımsıyor musun?
bir çetemiz vardı: Vahşi Siyah Atlar
ısmarlama serserilikler yaşardık
kimseden bir şey demeden kaçıp gitmeler gibi
sokaklarda sabahlamak, parklarda yatmak
yabancıları mahalleye sokmamak gibi
Ve bir gün gideceğimiz bir Amerika vardı
herkesin bir Amerikası vardı o zamanlar
herkes gece istasyonlarında
kendi Amerikasını aradı
kısık ışıklı arkadaş odaları
plağın bir yüzünü kaplayan uzun parçalar eşliğinde
kendi rüyalarımıza dalar, dağılırdık
okyanuslar, gemi yolculukları, kanayan ıslıklar
ve dunyanın bütün limanları
önümüzde sessizce uzardı
biterdi plak, disk boşa dönerdi.
düşlerimiz çarpıp geri dönen sulardı şimdi
böyle zamanlarda ilk sözü söylemekten kaçınırdı herkes
sonra biri usulca kalkar,
herkese çay koyardı
anımsıyor musun?
vahşi siyah atlardık
kentin ışıklı çöllerinde kendi izini arayan
deri ceketlerimize sığdıramadığımız düşlerimiz kadar
aşık ve düşmandık
dünya acıtırdı bizi.
her şey kanatır, her şey yaralardı
sevişmek çekip çıkarmazdı bizi derinliğimizden
öfkemizi dindirmezdi hiçbir şey
geceleri uyuyamayan çocuklardık,
otobüs garlarında uzun maceralar umar
apansız yolculuklara çıkardık
uykulu kentlere girerdik gece yarıları
ıssız ağaçlar olurdu yol kenarlarında
gökyüzünde parlak yıldızlar, her yere aynı uzalıkta
sarhoş bindiğimiz otobüsün pencersinden
sanki bambaşka bir dünyaya bakardık
sonra saklayarak yüzümüzü birbirimizden
yumruklarımızı sıkar sessizce ağlardık
ışığı açık kalmış pencerelere, kepengi örtülü dükkanlara,
yaz bahçelerinden taşan çiceklere,
adını bile bilmediğimiz bu kente
neye olduğunu bile bilmediğimiz bir hasretle
uzun uzun bakardık
anımsıyor musun?
ahh o gece yolculukları
bir başka kentte, bir başka insan olmanın umutları
kaç yol arkadaşı kaldı şimdi geriye
gençliğin ilk acılarını birlikte keşfettiğimiz
kaç yol arkadaşı?
sürüyerek götürdüğümüz dargın beraberlikleri saymazsak
ne kalıyor elimizde?
ölenler,
terk edenler,
bir de telefonları, adresleri, kendileri değişenler
vahşi, siyah atlardık; yılkıya bırakıldık
içimizden kimse gidemedi Amerikaya
kendi Amerikası da olmadı hiçbirimizin
yağmur aldı
rüzgar aldı
zaman aldı
o vahşi siyah atları
herşey o eski rüya da kaldı
çarpıp geri dönen düşlerimizin üstünde
çürümüş cesetleri yüzüyor şimdi vahşi siyah atların
öldukleri sahilleri kendileri de bilmiyorlar
peki sen anımsıyor musun?
Murathan Mungan
bir çetemiz vardı: Vahşi Siyah Atlar
ısmarlama serserilikler yaşardık
kimseden bir şey demeden kaçıp gitmeler gibi
sokaklarda sabahlamak, parklarda yatmak
yabancıları mahalleye sokmamak gibi
Ve bir gün gideceğimiz bir Amerika vardı
herkesin bir Amerikası vardı o zamanlar
herkes gece istasyonlarında
kendi Amerikasını aradı
kısık ışıklı arkadaş odaları
plağın bir yüzünü kaplayan uzun parçalar eşliğinde
kendi rüyalarımıza dalar, dağılırdık
okyanuslar, gemi yolculukları, kanayan ıslıklar
ve dunyanın bütün limanları
önümüzde sessizce uzardı
biterdi plak, disk boşa dönerdi.
düşlerimiz çarpıp geri dönen sulardı şimdi
böyle zamanlarda ilk sözü söylemekten kaçınırdı herkes
sonra biri usulca kalkar,
herkese çay koyardı
anımsıyor musun?
vahşi siyah atlardık
kentin ışıklı çöllerinde kendi izini arayan
deri ceketlerimize sığdıramadığımız düşlerimiz kadar
aşık ve düşmandık
dünya acıtırdı bizi.
her şey kanatır, her şey yaralardı
sevişmek çekip çıkarmazdı bizi derinliğimizden
öfkemizi dindirmezdi hiçbir şey
geceleri uyuyamayan çocuklardık,
otobüs garlarında uzun maceralar umar
apansız yolculuklara çıkardık
uykulu kentlere girerdik gece yarıları
ıssız ağaçlar olurdu yol kenarlarında
gökyüzünde parlak yıldızlar, her yere aynı uzalıkta
sarhoş bindiğimiz otobüsün pencersinden
sanki bambaşka bir dünyaya bakardık
sonra saklayarak yüzümüzü birbirimizden
yumruklarımızı sıkar sessizce ağlardık
ışığı açık kalmış pencerelere, kepengi örtülü dükkanlara,
yaz bahçelerinden taşan çiceklere,
adını bile bilmediğimiz bu kente
neye olduğunu bile bilmediğimiz bir hasretle
uzun uzun bakardık
anımsıyor musun?
ahh o gece yolculukları
bir başka kentte, bir başka insan olmanın umutları
kaç yol arkadaşı kaldı şimdi geriye
gençliğin ilk acılarını birlikte keşfettiğimiz
kaç yol arkadaşı?
sürüyerek götürdüğümüz dargın beraberlikleri saymazsak
ne kalıyor elimizde?
ölenler,
terk edenler,
bir de telefonları, adresleri, kendileri değişenler
vahşi, siyah atlardık; yılkıya bırakıldık
içimizden kimse gidemedi Amerikaya
kendi Amerikası da olmadı hiçbirimizin
yağmur aldı
rüzgar aldı
zaman aldı
o vahşi siyah atları
herşey o eski rüya da kaldı
çarpıp geri dönen düşlerimizin üstünde
çürümüş cesetleri yüzüyor şimdi vahşi siyah atların
öldukleri sahilleri kendileri de bilmiyorlar
peki sen anımsıyor musun?
Murathan Mungan
8 Ağustos 2011 Pazartesi
5 Ağustos 2011 Cuma
çocukluğum...
Ve en çok seni özledim ben.
Karşı komşunun sokağa çıkacağı zamanı beklemeni.
Her teyzeyi annen gibi sevmeni.
Sanki ayıpmış gibi kimselere söylememeni.
Ve o bisikleti ilk gördüğünde koşuşunu.
Yağmurlu bir günde annenin elinden yediğin ekmeği.
Islanan sokaklara bakıp duygulanmanı.
Yaz akşamlarında oturduğun kaldırımı.Seni bir kez daha görmek isterdim...
Hiç konuşmadan...
Kısa pantolonlu siyah beyaz halini...
bir lokma boyunu..
diz çöküp yere sımsıkı..
ama çok sıkı
sarılmak sana...
göz yaşlarımı omuzlarına
bırakıp gitmek istiyorum
şimdi...
sana kim olduğumu
söylemeden..arkama
bakmadan
ağladığımı sana
göstermeden
seni çok özledim
ama çok özledim
çocukluğum! !
Karşı komşunun sokağa çıkacağı zamanı beklemeni.
Her teyzeyi annen gibi sevmeni.
Sanki ayıpmış gibi kimselere söylememeni.
Ve o bisikleti ilk gördüğünde koşuşunu.
Yağmurlu bir günde annenin elinden yediğin ekmeği.
Islanan sokaklara bakıp duygulanmanı.
Yaz akşamlarında oturduğun kaldırımı.Seni bir kez daha görmek isterdim...
Hiç konuşmadan...
Kısa pantolonlu siyah beyaz halini...
bir lokma boyunu..
diz çöküp yere sımsıkı..
ama çok sıkı
sarılmak sana...
göz yaşlarımı omuzlarına
bırakıp gitmek istiyorum
şimdi...
sana kim olduğumu
söylemeden..arkama
bakmadan
ağladığımı sana
göstermeden
seni çok özledim
ama çok özledim
çocukluğum! !
20 Temmuz 2011 Çarşamba
Yalnızlık
gözlerimde koca şehrin yalnız ışıkları
ciğerimde yalnız bir sigara dumanı,
elimde yalnız bir ateş,
kulağımda yalnız bir eda,
ağzımdan çıkan dumanın rüzgarla yalnızlık dansı,
yüreğimde yalnız bir kor,sevgiden aşktan ve senden oluşan..
tenimde yalnız bir dudak sıcaklığı...
ruhumda yalnız bir aşkın sevinci..
ayaklarımda yalnız bir titreme,
bir yalnızlık,
bir yalnızlık,
ve bir yalnızlık daha...
A.Ç.
ciğerimde yalnız bir sigara dumanı,
elimde yalnız bir ateş,
kulağımda yalnız bir eda,
ağzımdan çıkan dumanın rüzgarla yalnızlık dansı,
yüreğimde yalnız bir kor,sevgiden aşktan ve senden oluşan..
tenimde yalnız bir dudak sıcaklığı...
ruhumda yalnız bir aşkın sevinci..
ayaklarımda yalnız bir titreme,
bir yalnızlık,
bir yalnızlık,
ve bir yalnızlık daha...
A.Ç.
18 Mayıs 2011 Çarşamba
Hüzün
bir gün bi hayalin peşinden koşmaya başlarsan eğer,
tanıdık bir yüz seç kendine,
en hüzünlü olanından,
hani benimkine yakın olanından,
geçmişinin pişmanılığıyıla kavrulduğun zamanlarda,
o hüzünlü yüzü anımsa,
ve gözlerinden bir kaç damla yaş dökülmek isterse,
içine akıt o yaşları,
hüznünü de akıt kendi içine,
akıt ki anla,
o hüzünlü yüzün arkasındaki gözyaşlarını..
ve bir gün gerçekten anlarsan hayatı
yada anladığını zannedersen,
gel birlikte akıtalım hüzünlerimizi,
işte o zaman anlarız belki birbirimizi....
tanıdık bir yüz seç kendine,
en hüzünlü olanından,
hani benimkine yakın olanından,
geçmişinin pişmanılığıyıla kavrulduğun zamanlarda,
o hüzünlü yüzü anımsa,
ve gözlerinden bir kaç damla yaş dökülmek isterse,
içine akıt o yaşları,
hüznünü de akıt kendi içine,
akıt ki anla,
o hüzünlü yüzün arkasındaki gözyaşlarını..
ve bir gün gerçekten anlarsan hayatı
yada anladığını zannedersen,
gel birlikte akıtalım hüzünlerimizi,
işte o zaman anlarız belki birbirimizi....
9 Mart 2011 Çarşamba
27 Aralık 2010 Pazartesi
'mış gibi' yaparak yaşıyoruz hayatı...
'mış gibi' yaparak yaşıyoruz hayatı...!
varmış gibi,
yokmuş gibi,
mutluymuş gibi,
mutsuzmuş gibi,
severmiş gibi,
sevmezmiş gibi,
susarmış gibi,
konuşurmuş gibi,
herşeymiş gibi,
hiçbirşeymiş gibi,
yaşarmış gibi,
ölürmüş gibi...
varmış gibi,
yokmuş gibi,
mutluymuş gibi,
mutsuzmuş gibi,
severmiş gibi,
sevmezmiş gibi,
susarmış gibi,
konuşurmuş gibi,
herşeymiş gibi,
hiçbirşeymiş gibi,
yaşarmış gibi,
ölürmüş gibi...
23 Eylül 2010 Perşembe
Pinhan
“Ben dostumu gökte ararken yerde buldum pinhan. Lâkin bulur bulmaz da yitirdim. Senin yüreğine gurbet düşmüş bir kere, kavli karar etmişsin göçmeye. Gönlün o yöne akmış pinhan, elden ne gelir. Sana verebileceğim topu topu iki hediyem var sadece. Birisi kulağına küpe olsun diye. Her ne yöne gidersen git, kaç menzil tüketirsen tüket sakın ola kendinden utanma. Vücudun şehrine gir pinhan; onu seyreyle. Hem de doya doya seyreyle. Biz nefsimizi silmekten değil, bilmekten yanayız; unutma. Birinci hediyem budur sana….”
***
“öyle ise/ köprü dediğin sahte/ bir ayağı orada/ bir ayağı burada/ iki ayrı isim taşır/ iki tarafında/ helak eder kendini/ ikibaşlılığını saklayabilmek için/ gerim gerim gerilirken derisi/ çatır çatır ederken kemikleri/ birer birer dökülsün daha iyi/ taştan etleri/ varsın/ köprü yıkılsın/ ne geçmişte/ ne gelecekte/ hemen şu an yıkılsın/ bir ismi/ öteki isme/ bağlamak yerine/ tez elden/ suya karışsın/ varsın/ köprü dediğin/ su olsun…
***
dağ, tepe/ bayır, ova/ su ve toprak/ ateş ve hava/ senin kokunla yoğrulmuş/ buram buram sen kokmakta/ her nefeste/ her iç çekişte/ ve her özlemde/ seni/ sade seni/ soluyorum/ senin karşında utanmaktan değil/ seni utandırmaktan/ korkuyorum/ öyle sapa bir yola/ soktun ki/ beni/ öyle bir yolda rehberlik ettin ki/ hep ışığı görmemek için/ görüp de/ gün ortasında çırılçıplak kalmamak için/ yalvardım durdum/ en nihayetinde/ dönüp dolaşıp vardığım yerde/ senden/ bir senden/ uzak düştüm/ ayrı düştüm/ belki de ilk kez/ o zaman bölündüm…
***
de bana, vuslatımıza daha çok var mı?
hani halkanın ucunda/ kavuşacaktım sana/ hani bir iken ayrı düşmüştük/ ve çok iken bir olacaktık sonunda/ çoktan razı idim oysa/ razı idim gecenin matemine/ karanlığı fırsat bilene/ ve korkaklığıma/ ve karabasanlarıma/ oyun oynar gibi yaşar giderdim/ kuş avlardım/ kuşları deli gibi kıskanırdım ya/ bırakmadın/ bırakmadın ki kendimden kaçayım/ koyvermedin/ koyvermedin ki sürsün bu devran
***
döndü halka/döndü olanca hızıyla/ toprak ki siyah bir halka idi/ ve geceye saklanırdı bazen/ tuttu su ile karıştı/ su ki sarı bir halka idi/ rengiyle dalaşırdı bazen/ tuttu toprağı kucakladı/ eğildim suya baktım/ suda kendimi gördüm/ kendimi sen sandım/ sarılmak için atıldım/ köprüye hıncım yalan imiş/ onu yıkarken suya karışan/ ben oldum
***
balçıktan çıktım ben/ balçıktan yoğurdum kendimi/ içerdeki dışa taştı/ dıştaki içe çekildi/ görünen görünmeyene sataştı/ görünmeyen görünene diş biledi/ siyah halka/ sarı halka ile yer değiştirdi/ çekildim bir köşeye/ sessiz sedasız/ baktım olan bitene/ seni gördüm kaderimde/ ebrunun halkalarını saydım/ tastamam dört etti/ halkalardaki kıvrımları hesapladım/ tastamam senin ismin etti/ isminin yanına beni de kazı dedim/ boyalar isyan etti
***
bir de baktım ki/ ben ben değilim artık/ suretim başka bir suret/ ismim bir başkasının ismi/ gönlüm ne yöne akar/ ben ne yöne/ verdiğin emaneti yitirdim yollarda/ hata ettim/ kusur ettim/ affola…
***
isimler ki büyülüdür/ sade büyülü mü/ isimler hem de büyücüdür/ sanmam ki çıkmış olsun hatırından/ ismini “fasl-ı hazan” koyalım/ söndüğü yerde aradığını bulasın/ lakin fasl-ı hazan demek/ fasl-ı hüzün demek/ söndüğü yerde/ sana kavuşmam gerek/ onun söndüğü yerde/ benim tutuşmam gerek…”
Elif Şafak
13 Ağustos 2010 Cuma
Sevmekten Gidince
Sen beni sevmekten gidince ben bana borçlu kaldım
Ya sen bana fazla geldin ya ben sana az kaldım
Aşk yasaklandı artık halka açık yerlerde
El tutmak yol açıyor diye hesapsız susmalara
Kaldırdık tüm tutuşmaları
Yasak kelime oyunu yapmak
Yalan söylemek mecburi ve serbest ayyuka çıkmak
Artık yağmur sonraları toprak kokmak yok
Tomurcuklanmak günah
Ve bir insan gözü yüzünden yüz gün ardarda uyumamak
Kimse ölmesin diye kimsenin aklında her sevdalı verdiği sözü geri alacak
Güneşi ayı hatta hiç bir tabiat olayı
Şahit gösterilmeyecek hiç bir sevdaya
Ne deniyorsa onu atacak kalp
Ve süresi yirmidört saate çıkartılacak meskun mahallerde ağlamanın
Sen sesini alıp gidince ben burda dilsiz kaldım
Ya sen bana fazla geldin ya ben sana az kaldım
Yılmaz Erdoğan
Ya sen bana fazla geldin ya ben sana az kaldım
Aşk yasaklandı artık halka açık yerlerde
El tutmak yol açıyor diye hesapsız susmalara
Kaldırdık tüm tutuşmaları
Yasak kelime oyunu yapmak
Yalan söylemek mecburi ve serbest ayyuka çıkmak
Artık yağmur sonraları toprak kokmak yok
Tomurcuklanmak günah
Ve bir insan gözü yüzünden yüz gün ardarda uyumamak
Kimse ölmesin diye kimsenin aklında her sevdalı verdiği sözü geri alacak
Güneşi ayı hatta hiç bir tabiat olayı
Şahit gösterilmeyecek hiç bir sevdaya
Ne deniyorsa onu atacak kalp
Ve süresi yirmidört saate çıkartılacak meskun mahallerde ağlamanın
Sen sesini alıp gidince ben burda dilsiz kaldım
Ya sen bana fazla geldin ya ben sana az kaldım
Yılmaz Erdoğan
10 Ağustos 2010 Salı
saklı mutluluk
geçemediğin bir kapının arkasındaki
gizli bir bahçe
o bahçenin içinde
gizli bir dünya
o dünyanın içinde
basit bir bitki
o bitkinin üzerinde
kırılgan bir çiçek
ve
o çiçekte büyümeye çalışan
yeni bir tohum
o tohumda saklı yeni bir bitki
o bitkinin yarattığı gizli bir dünya
o gizli dünyanın saklandığı gizli bir bahçe
işte buda
sahibi olamadığımız mutluluğun kısırdöngüsü...
23 Haziran 2010 Çarşamba
Aynanın Önüne Bırakılmış
neden ağladığımı bilmiyorum, diyorsun
çünkü birşeyler değişiyor içinde
kendini ikna etmiyor düştüğün boşluk
bildiklerin başkalaşıyor gözlerinin önünde
yabancılğı öğreniyorsun
gece söndürür hayalet olmaya yetmeyenlerin ışığını
güçlü olmaya benden daha çok ihtiyacın var
çünkü haksız olduğunu
kalbinin bir yerinde biliyorsun
gündüzün kepenklerinde duyduğun güven
çelimsiz gölgelerin fısıldadığı
küçük sırlarla büyüyorsun
zamanın ve
aynanın önüne bırakılmış
kısa bir mektup bu
belki çok sonra anlayacaksın içindekileri
ama şimdi okuyorsun
Murathan Mungan
çünkü birşeyler değişiyor içinde
kendini ikna etmiyor düştüğün boşluk
bildiklerin başkalaşıyor gözlerinin önünde
yabancılğı öğreniyorsun
gece söndürür hayalet olmaya yetmeyenlerin ışığını
güçlü olmaya benden daha çok ihtiyacın var
çünkü haksız olduğunu
kalbinin bir yerinde biliyorsun
gündüzün kepenklerinde duyduğun güven
çelimsiz gölgelerin fısıldadığı
küçük sırlarla büyüyorsun
zamanın ve
aynanın önüne bırakılmış
kısa bir mektup bu
belki çok sonra anlayacaksın içindekileri
ama şimdi okuyorsun
Murathan Mungan
21 Haziran 2010 Pazartesi
Oğlum; sana bu mektubu bizim cehennemden yazıyorum...
Oğlum;
sana bu mektubu bizim cehennemden yazıyorum
bir yaşıma daha gireceğim neredeyse
tabii bundan haberin yok senin
kronometreye erken bastığın için
beni hep yakışıklı hatırlayacaksın
bizi bırakıp gittiğin yerde
eski güzel günleri düşünüp hayıflanacaksın
ama dur!
Sen hatırlıyor musun beni?
Peki, sen herhangi bir şeyi hatırlıyor musun?
Ben, yirmiydim tanıştığımızda
sen beni en son otuz beşimde gördün İstanbul’da
sonra sen kaş'ta öldün
o akşam aynı anda geldik Antalya’ya
sen beni görmedin, ben sana bakıyorken
ben sana öyle dikkatli baktım ki oğlum ayrılırken
sen iyi ki görmedin beni
yoksa; göz göze gelir gülerdik, eskisi gibi
olmadık bir yerde gülerdik ya hani?
Öyle olurdu yine
gözlerimizi kaçırırdık ciddiyeti bozmamak için
hani sahnede olduğu gibi.
Sen ağlarken bakamazdım sana
sinirimi bozardın, gülerdim
çünkü sen her boktan şikâyet ederdin oğlum
öyle çok şikâyet ederdin ki
sonunda sıkılır gülerdim
sonra sen de sıkılırdın kendinden
başkası gibi olmak isterdin
mutlu olan bir başkası gibi
dert etmeyen biri
hani, benim gibi biri
bir şey diyeyim mi sana oğlum?
Şimdi dönsen buralara
ne gidilecek bir yol
ne uğruna ölünecek bir kadın
her neyse...
Ama kadınları çok dert ederdin sen
ama onlar seni severdi oğlum
ama sen çok ağlardın onlar için
sevemezdin kendini bir türlü
onlar seni çok sevse de
senin gibi olmak istemezdim o zaman
daha çok sevin beni!
Daha çok gülün bana!
Beni daha çok isteyin!
Daha çok!
Ama seni en çok ben...
Bir şey diyeyim mi sana oğlum?
Şimdi dönsen buralara
ne gidilecek bir yol
ne uğruna ölünecek bir kadın
ne de sabaha kadar konuşarak sana vaad ettiklerim
kandırdım seni oğlum
parayı dert etme diye
yok öyle bir şey, başarısızlık diye
illa da başkası olmaya çalışma salak gibi
bir kadın için ölme diye
kandırdım
artık umurunda değil mi bunlar?
Artık bozulmuyor musun bu işlere?
Aşkın da bir önemi kalmadı mı yoksa?
O kadın için ölmez misin bir daha?
Ne var, bir kere daha ölsen?
Değmez mi o kadın buna?
Hani, hani değerdi?
Çıplak ayaklarıyla yürürken mezarının üstünde
keyiflenmeyecek misin toprağın beş karış altında?
Öyle de oldu zaten, vasiyet ettiğin gibi
çıplak ayaklı kıza
bıraktın değil mi oğlum?
Bıraktın, gittin
peki!
Ama ben buradayım hala
ben devam ediyorum
peki sen bakıyor musun bana oradan?
Gülüyor musun bana?
Sanıyor musun ben aynı şarkıyı söylüyorum?
Beni daha çok sevin!
Bana daha çok gülün!
Daha da çok isteyin beni!
Beni daha çok özleyin!
Ama seni...
Seni en çok ben, ben!
Hayır, ben çok değiştim oğlum
bir başkası değilim artık
vazgeçtim maymunların dünyasından
bıraktım alkışları, istemiyorum kahkahaları
istemiyorum bir aptal gibi yaşlanmak
işte belki de bu yüzden
seni en çok ben...
En çok ben özlüyorum!
Benim
ölü
arkadaşım...
Okan Bayülgen
sana bu mektubu bizim cehennemden yazıyorum
bir yaşıma daha gireceğim neredeyse
tabii bundan haberin yok senin
kronometreye erken bastığın için
beni hep yakışıklı hatırlayacaksın
bizi bırakıp gittiğin yerde
eski güzel günleri düşünüp hayıflanacaksın
ama dur!
Sen hatırlıyor musun beni?
Peki, sen herhangi bir şeyi hatırlıyor musun?
Ben, yirmiydim tanıştığımızda
sen beni en son otuz beşimde gördün İstanbul’da
sonra sen kaş'ta öldün
o akşam aynı anda geldik Antalya’ya
sen beni görmedin, ben sana bakıyorken
ben sana öyle dikkatli baktım ki oğlum ayrılırken
sen iyi ki görmedin beni
yoksa; göz göze gelir gülerdik, eskisi gibi
olmadık bir yerde gülerdik ya hani?
Öyle olurdu yine
gözlerimizi kaçırırdık ciddiyeti bozmamak için
hani sahnede olduğu gibi.
Sen ağlarken bakamazdım sana
sinirimi bozardın, gülerdim
çünkü sen her boktan şikâyet ederdin oğlum
öyle çok şikâyet ederdin ki
sonunda sıkılır gülerdim
sonra sen de sıkılırdın kendinden
başkası gibi olmak isterdin
mutlu olan bir başkası gibi
dert etmeyen biri
hani, benim gibi biri
bir şey diyeyim mi sana oğlum?
Şimdi dönsen buralara
ne gidilecek bir yol
ne uğruna ölünecek bir kadın
her neyse...
Ama kadınları çok dert ederdin sen
ama onlar seni severdi oğlum
ama sen çok ağlardın onlar için
sevemezdin kendini bir türlü
onlar seni çok sevse de
senin gibi olmak istemezdim o zaman
daha çok sevin beni!
Daha çok gülün bana!
Beni daha çok isteyin!
Daha çok!
Ama seni en çok ben...
Bir şey diyeyim mi sana oğlum?
Şimdi dönsen buralara
ne gidilecek bir yol
ne uğruna ölünecek bir kadın
ne de sabaha kadar konuşarak sana vaad ettiklerim
kandırdım seni oğlum
parayı dert etme diye
yok öyle bir şey, başarısızlık diye
illa da başkası olmaya çalışma salak gibi
bir kadın için ölme diye
kandırdım
artık umurunda değil mi bunlar?
Artık bozulmuyor musun bu işlere?
Aşkın da bir önemi kalmadı mı yoksa?
O kadın için ölmez misin bir daha?
Ne var, bir kere daha ölsen?
Değmez mi o kadın buna?
Hani, hani değerdi?
Çıplak ayaklarıyla yürürken mezarının üstünde
keyiflenmeyecek misin toprağın beş karış altında?
Öyle de oldu zaten, vasiyet ettiğin gibi
çıplak ayaklı kıza
bıraktın değil mi oğlum?
Bıraktın, gittin
peki!
Ama ben buradayım hala
ben devam ediyorum
peki sen bakıyor musun bana oradan?
Gülüyor musun bana?
Sanıyor musun ben aynı şarkıyı söylüyorum?
Beni daha çok sevin!
Bana daha çok gülün!
Daha da çok isteyin beni!
Beni daha çok özleyin!
Ama seni...
Seni en çok ben, ben!
Hayır, ben çok değiştim oğlum
bir başkası değilim artık
vazgeçtim maymunların dünyasından
bıraktım alkışları, istemiyorum kahkahaları
istemiyorum bir aptal gibi yaşlanmak
işte belki de bu yüzden
seni en çok ben...
En çok ben özlüyorum!
Benim
ölü
arkadaşım...
Okan Bayülgen
18 Haziran 2010 Cuma
O Kadın
bir gün kimsesiz kalırsın o yetişir imdadına,
ağlamak istersin bir omuz belirir yanıbaşında, yine o gelir
korktuğunda ilk o kadının ismi dökülür dudaklarından heyecanla
yalnız kaldığın gecelerde onun öğütlerine sığınırsın
yaptığın her hatadan sonra keşke sözünü dinleseydim dersin çoğu zaman
onun rehberliği olmadan yol almak zorlaşır
ne yöne gideceğini ondan öğrenirsin
her yaptığın yanlış sonrasında seni affedebilecek yüreğe sahip tek insan odur
içinden geçenleri anlatmasanda hisseder
sustuğun zaman nedenleri niçinleri sorgulamaz
konuştuğun zaman sonuna kadar dinler
herkes seni terkedip giderken bir tek o kalır yanında
düştüğünde elinden tutar,
yürürken destek olur
farklıdır her zaman o kadın
sonuçta annendir...
ağlamak istersin bir omuz belirir yanıbaşında, yine o gelir
korktuğunda ilk o kadının ismi dökülür dudaklarından heyecanla
yalnız kaldığın gecelerde onun öğütlerine sığınırsın
yaptığın her hatadan sonra keşke sözünü dinleseydim dersin çoğu zaman
onun rehberliği olmadan yol almak zorlaşır
ne yöne gideceğini ondan öğrenirsin
her yaptığın yanlış sonrasında seni affedebilecek yüreğe sahip tek insan odur
içinden geçenleri anlatmasanda hisseder
sustuğun zaman nedenleri niçinleri sorgulamaz
konuştuğun zaman sonuna kadar dinler
herkes seni terkedip giderken bir tek o kalır yanında
düştüğünde elinden tutar,
yürürken destek olur
farklıdır her zaman o kadın
sonuçta annendir...
14 Haziran 2010 Pazartesi
Herşey Sende Gizli
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
Can Yücel
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
Can Yücel
4 Haziran 2010 Cuma
Sıkıldım
aynı hikayelerden
aynı eksen etrafında dönüp durmalardan
hayatı paylaşamamaktan
ortak paydada mutluluk bulamamaktan
hep ben haklıyım diyenlerden
hep haksızsın diyenlerde
suçlamalardan
yalancılıktan
iki yüzlülükten
kaçak güreşmekten
şerefsizlikten
mış gibi yapmaktan
insanları yalanla aldatmaktan
başka başka davranmaktan
samimiyetsizlikten
iftiralardan
menfaatlerden
ben yaptım oldu'lardan
sen yapınca olmaz'lardan
pembe hayallerden
aldatmalardan
aldatılışlardan
hep seninleyim yalanlarından
ölene kadar birlikteyiz zırvalarından
ne yaparsan yap seni bırakmamlardan
sahtekarlıklardan
sahte gözyaşlarından
kendimi bu safsataların içinde bulmaktan
bu oyunun figüranı olmaktan
kendimden
herşeyden
sıkıldım
3 Haziran 2010 Perşembe
Koparılan Çiçekler
Ben yazdım kadere hüznü, perişanı
Sonu gelmez yinede bitemez ümitler
Ama yoksa bahçemin eski şanı
Sebebi koparılan çiçekler...
Sonu gelmez yinede bitemez ümitler
Ama yoksa bahçemin eski şanı
Sebebi koparılan çiçekler...
1 Haziran 2010 Salı
Adam Olmak
Çevrende herkes şaşırsa
bunu da senden bilse
sen aklı başında kalabilirsen eğer
herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır
hem kendine güvenirsen eğer
bekleyebilirsen usanmadan
yalanla karşılık vermezsen yalana
kendini evliya sanmadan
kin tutmayabilirsen kin tutana.
Düşlere kapılmadan düş kurabilir
yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer
ne kazandım diye sevinir ne yıkıldım diye yerinir
ikisine de vermeyebilirsen değer
söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz
kandırabilir diye safları dert edinmezsen
ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz
koyulabilirsen işe yeniden.
Döküp ortaya varını yoğunu
bir yazı turada yitirsen bile
yitirdiklerini dolamaksızın dile
baştan tutabilirsen yolunu.
Yüreğine sinirine dayan diyecek
direncinden başka şeyin kalmasa da
herkesin bırakıp gittiği noktada
sen dayanabilirsen tek.
Herkesle düşüp kalkar erdemli kalabilirsen
unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken
dost da düşman da incitemezse seni
ne küçümser ne büyültürsen çevreni
her saatin her dakikasına
emeğini katarsan hakçasına
her şeyi ile dünya önüne serilir
üstelik oğlum adam oldun demektir...
bunu da senden bilse
sen aklı başında kalabilirsen eğer
herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır
hem kendine güvenirsen eğer
bekleyebilirsen usanmadan
yalanla karşılık vermezsen yalana
kendini evliya sanmadan
kin tutmayabilirsen kin tutana.
Düşlere kapılmadan düş kurabilir
yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer
ne kazandım diye sevinir ne yıkıldım diye yerinir
ikisine de vermeyebilirsen değer
söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz
kandırabilir diye safları dert edinmezsen
ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz
koyulabilirsen işe yeniden.
Döküp ortaya varını yoğunu
bir yazı turada yitirsen bile
yitirdiklerini dolamaksızın dile
baştan tutabilirsen yolunu.
Yüreğine sinirine dayan diyecek
direncinden başka şeyin kalmasa da
herkesin bırakıp gittiği noktada
sen dayanabilirsen tek.
Herkesle düşüp kalkar erdemli kalabilirsen
unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken
dost da düşman da incitemezse seni
ne küçümser ne büyültürsen çevreni
her saatin her dakikasına
emeğini katarsan hakçasına
her şeyi ile dünya önüne serilir
üstelik oğlum adam oldun demektir...
Rudyard Kipling
30 Mayıs 2010 Pazar
Gönlü Geniş Ve Ruhu Gezgin, Sufi Meşreplilerin Kırk Kuralı
On İkinci Kural:
Aşk bir seferdir.
Bu sefere çıkan her yolcu,
istese de istemese de tepeden tırnağa değişir.
Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.
Elif Şafak - Aşk
Aşk bir seferdir.
Bu sefere çıkan her yolcu,
istese de istemese de tepeden tırnağa değişir.
Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.
Elif Şafak - Aşk
22 Mayıs 2010 Cumartesi
Alıştım Susmaya
Çok zor bazen
Avaz avaz susmak
Saklanmak kendine
Kendinden vazgeçmişken
Çok zor bazen
'Belkiler' biriktirmek
Ve sana tutunmak
Hem de sana rağmen
Üşürsen söyle hemen
İçimin camları kapansın
Bıraktım öyle kalsın
Bizim gibi darmadağın
Beni sevmediğin zamanlarda
Alıştım susmaya
Hiç ağlamadım, ağlamadım
Alıştım susmaya
Beni sevmediğin zamanlarda
Alıştım susmaya
Hala soğuk
soğuk hala
Alıştım susmaya
Çok zor bazen
Nefes alabilmek
Ve sağ çıkabilmek
Senin iklimlerinden
Sen bana
Senden kalan
En sevdiğim,
En sevdiğim Yalan.
Emre Aydın
Avaz avaz susmak
Saklanmak kendine
Kendinden vazgeçmişken
Çok zor bazen
'Belkiler' biriktirmek
Ve sana tutunmak
Hem de sana rağmen
Üşürsen söyle hemen
İçimin camları kapansın
Bıraktım öyle kalsın
Bizim gibi darmadağın
Beni sevmediğin zamanlarda
Alıştım susmaya
Hiç ağlamadım, ağlamadım
Alıştım susmaya
Beni sevmediğin zamanlarda
Alıştım susmaya
Hala soğuk
soğuk hala
Alıştım susmaya
Çok zor bazen
Nefes alabilmek
Ve sağ çıkabilmek
Senin iklimlerinden
Sen bana
Senden kalan
En sevdiğim,
En sevdiğim Yalan.
Emre Aydın
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Geceye not
Uykusuz bir gece daha Kafamın içindeki sesleri susturamıyorum Martıların çığlıklarına karışıyor içimdeki gürültü Düşünceleri sıraya dizmeye...
-
Ne çok bildiğimi sanıyormuşum, Cehaletimi bilgelik sanmışım.. Bütün bildiklerimi yoksaydım, unuttum.. Kirlenmiş temiz bir sayfayım artık, Ne...
-
Türkiye’nin en sevilen kadını olmakla nasıl başa çıkıyorsunuz? Bazen anonim olmayı özlüyor musunuz? Aslında kendimi ya da yarattığım söylene...