21 Ağustos 2011 Pazar

Avara

anımsıyor musun?
bir çetemiz vardı: Vahşi Siyah Atlar
ısmarlama serserilikler yaşardık
kimseden bir şey demeden kaçıp gitmeler gibi
sokaklarda sabahlamak, parklarda yatmak
yabancıları mahalleye sokmamak gibi
Ve bir gün gideceğimiz bir Amerika vardı
herkesin bir Amerikası vardı o zamanlar
herkes gece istasyonlarında
kendi Amerikasını aradı

kısık ışıklı arkadaş odaları
plağın bir yüzünü kaplayan uzun parçalar eşliğinde
kendi rüyalarımıza dalar, dağılırdık
okyanuslar, gemi yolculukları, kanayan ıslıklar
ve dunyanın bütün limanları
önümüzde sessizce uzardı

biterdi plak, disk boşa dönerdi.
düşlerimiz çarpıp geri dönen sulardı şimdi
 böyle zamanlarda ilk sözü söylemekten kaçınırdı herkes
 sonra biri usulca kalkar,
herkese çay koyardı
anımsıyor musun?

vahşi siyah atlardık
kentin ışıklı çöllerinde kendi izini arayan
deri ceketlerimize sığdıramadığımız düşlerimiz kadar
aşık ve düşmandık
dünya acıtırdı bizi.
her şey kanatır, her şey yaralardı
sevişmek çekip çıkarmazdı bizi derinliğimizden
öfkemizi dindirmezdi hiçbir şey
geceleri uyuyamayan çocuklardık,
otobüs garlarında uzun maceralar umar
apansız yolculuklara çıkardık

uykulu kentlere girerdik gece yarıları
ıssız ağaçlar olurdu yol kenarlarında
gökyüzünde parlak yıldızlar, her yere aynı uzalıkta
sarhoş bindiğimiz otobüsün pencersinden
sanki bambaşka bir dünyaya bakardık
sonra saklayarak yüzümüzü birbirimizden
yumruklarımızı sıkar sessizce ağlardık
ışığı açık kalmış pencerelere, kepengi örtülü dükkanlara,
yaz bahçelerinden taşan çiceklere,
adını bile bilmediğimiz bu kente
neye olduğunu bile bilmediğimiz bir hasretle
uzun uzun bakardık
anımsıyor musun?

ahh o gece yolculukları
bir başka kentte, bir başka insan olmanın umutları
kaç yol arkadaşı kaldı şimdi geriye
gençliğin ilk acılarını birlikte keşfettiğimiz
kaç yol arkadaşı?
sürüyerek götürdüğümüz dargın beraberlikleri saymazsak
ne kalıyor elimizde?
ölenler,
terk edenler,
bir de telefonları, adresleri, kendileri değişenler

vahşi, siyah atlardık; yılkıya bırakıldık
içimizden kimse gidemedi Amerikaya
kendi Amerikası da olmadı hiçbirimizin
yağmur aldı
rüzgar aldı
zaman aldı
o vahşi siyah atları
herşey o eski rüya da kaldı

çarpıp geri dönen düşlerimizin üstünde
çürümüş cesetleri yüzüyor şimdi vahşi siyah atların
öldukleri sahilleri kendileri de bilmiyorlar
peki sen anımsıyor musun?

Murathan Mungan

5 Ağustos 2011 Cuma

çocukluğum...

Ve en çok seni özledim ben.
Karşı komşunun sokağa çıkacağı zamanı beklemeni.
Her teyzeyi annen gibi sevmeni.
Sanki ayıpmış gibi kimselere söylememeni.
Ve o bisikleti ilk gördüğünde koşuşunu.
Yağmurlu bir günde annenin elinden yediğin ekmeği.
Islanan sokaklara bakıp duygulanmanı.
Yaz akşamlarında oturduğun kaldırımı.Seni bir kez daha görmek isterdim...
Hiç konuşmadan...
Kısa pantolonlu siyah beyaz halini...
bir lokma boyunu..
diz çöküp yere sımsıkı..
ama çok sıkı
sarılmak sana...
göz yaşlarımı omuzlarına
bırakıp gitmek istiyorum
şimdi...
sana kim olduğumu
söylemeden..arkama
bakmadan
ağladığımı sana
göstermeden
seni çok özledim
ama çok özledim
çocukluğum! !

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Yalnızlık

gözlerimde koca şehrin yalnız ışıkları
ciğerimde yalnız bir sigara dumanı,
elimde yalnız bir ateş,
kulağımda yalnız bir eda,
ağzımdan çıkan dumanın rüzgarla yalnızlık dansı,
yüreğimde yalnız bir kor,sevgiden aşktan ve senden oluşan..
tenimde yalnız bir dudak sıcaklığı...
ruhumda yalnız bir aşkın sevinci..
ayaklarımda yalnız bir titreme,
bir yalnızlık,
bir yalnızlık,
ve bir yalnızlık daha...

A.Ç.

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Hüzün

bir gün bi hayalin peşinden koşmaya başlarsan eğer,
tanıdık bir yüz seç kendine,
en hüzünlü olanından,
hani benimkine yakın olanından,
geçmişinin pişmanılığıyıla kavrulduğun zamanlarda,
o hüzünlü yüzü anımsa,
ve gözlerinden bir kaç damla yaş dökülmek isterse,
içine akıt o yaşları,
hüznünü de akıt kendi içine,
akıt ki anla,
o hüzünlü yüzün arkasındaki gözyaşlarını..
ve bir gün gerçekten anlarsan hayatı
yada anladığını zannedersen,
gel birlikte akıtalım hüzünlerimizi,
işte o zaman anlarız belki birbirimizi....

9 Mart 2011 Çarşamba

27 Aralık 2010 Pazartesi

'mış gibi' yaparak yaşıyoruz hayatı...

'mış gibi' yaparak yaşıyoruz hayatı...!
varmış gibi,

yokmuş gibi,
mutluymuş gibi,
mutsuzmuş gibi,
severmiş gibi,

sevmezmiş gibi,
susarmış gibi,

konuşurmuş gibi,
herşeymiş gibi,
hiçbirşeymiş gibi,
yaşarmış gibi,

ölürmüş gibi...

23 Eylül 2010 Perşembe

Pinhan

“Ben dostumu gökte ararken yerde buldum pinhan. Lâkin bulur bulmaz da yitirdim. Senin yüreğine gurbet düşmüş bir kere, kavli karar etmişsin göçmeye. Gönlün o yöne akmış pinhan, elden ne gelir. Sana verebileceğim topu topu iki hediyem var sadece. Birisi kulağına küpe olsun diye. Her ne yöne gidersen git, kaç menzil tüketirsen tüket sakın ola kendinden utanma. Vücudun şehrine gir pinhan; onu seyreyle. Hem de doya doya seyreyle. Biz nefsimizi silmekten değil, bilmekten yanayız; unutma. Birinci hediyem budur sana….”

***

“öyle ise/ köprü dediğin sahte/ bir ayağı orada/ bir ayağı burada/ iki ayrı isim taşır/ iki tarafında/ helak eder kendini/ ikibaşlılığını saklayabilmek için/ gerim gerim gerilirken derisi/ çatır çatır ederken kemikleri/ birer birer dökülsün daha iyi/ taştan etleri/ varsın/ köprü yıkılsın/ ne geçmişte/ ne gelecekte/ hemen şu an yıkılsın/ bir ismi/ öteki isme/ bağlamak yerine/ tez elden/ suya karışsın/ varsın/ köprü dediğin/ su olsun…

***

dağ, tepe/ bayır, ova/ su ve toprak/ ateş ve hava/ senin kokunla yoğrulmuş/ buram buram sen kokmakta/ her nefeste/ her iç çekişte/ ve her özlemde/ seni/ sade seni/ soluyorum/ senin karşında utanmaktan değil/ seni utandırmaktan/ korkuyorum/ öyle sapa bir yola/ soktun ki/ beni/ öyle bir yolda rehberlik ettin ki/ hep ışığı görmemek için/ görüp de/ gün ortasında çırılçıplak kalmamak için/ yalvardım durdum/ en nihayetinde/ dönüp dolaşıp vardığım yerde/ senden/ bir senden/ uzak düştüm/ ayrı düştüm/ belki de ilk kez/ o zaman bölündüm…

***

de bana, vuslatımıza daha çok var mı?
hani halkanın ucunda/ kavuşacaktım sana/ hani bir iken ayrı düşmüştük/ ve çok iken bir olacaktık sonunda/ çoktan razı idim oysa/ razı idim gecenin matemine/ karanlığı fırsat bilene/ ve korkaklığıma/ ve karabasanlarıma/ oyun oynar gibi yaşar giderdim/ kuş avlardım/ kuşları deli gibi kıskanırdım ya/ bırakmadın/ bırakmadın ki kendimden kaçayım/ koyvermedin/ koyvermedin ki sürsün bu devran

***

döndü halka/döndü olanca hızıyla/ toprak ki siyah bir halka idi/ ve geceye saklanırdı bazen/ tuttu su ile karıştı/ su ki sarı bir halka idi/ rengiyle dalaşırdı bazen/ tuttu toprağı kucakladı/ eğildim suya baktım/ suda kendimi gördüm/ kendimi sen sandım/ sarılmak için atıldım/ köprüye hıncım yalan imiş/ onu yıkarken suya karışan/ ben oldum

***

balçıktan çıktım ben/ balçıktan yoğurdum kendimi/ içerdeki dışa taştı/ dıştaki içe çekildi/ görünen görünmeyene sataştı/ görünmeyen görünene diş biledi/ siyah halka/ sarı halka ile yer değiştirdi/ çekildim bir köşeye/ sessiz sedasız/ baktım olan bitene/ seni gördüm kaderimde/ ebrunun halkalarını saydım/ tastamam dört etti/ halkalardaki kıvrımları hesapladım/ tastamam senin ismin etti/ isminin yanına beni de kazı dedim/ boyalar isyan etti

***

bir de baktım ki/ ben ben değilim artık/ suretim başka bir suret/ ismim bir başkasının ismi/ gönlüm ne yöne akar/ ben ne yöne/ verdiğin emaneti yitirdim yollarda/ hata ettim/ kusur ettim/ affola…

***
isimler ki büyülüdür/ sade büyülü mü/ isimler hem de büyücüdür/ sanmam ki çıkmış olsun hatırından/ ismini “fasl-ı hazan” koyalım/ söndüğü yerde aradığını bulasın/ lakin fasl-ı hazan demek/ fasl-ı hüzün demek/ söndüğü yerde/ sana kavuşmam gerek/ onun söndüğü yerde/ benim tutuşmam gerek…”

Elif Şafak

13 Ağustos 2010 Cuma

Sevmekten Gidince

Sen beni sevmekten gidince ben bana borçlu kaldım
Ya sen bana fazla geldin ya ben sana az kaldım

Aşk yasaklandı artık halka açık yerlerde
El tutmak yol açıyor diye hesapsız susmalara
Kaldırdık tüm tutuşmaları
Yasak kelime oyunu yapmak
Yalan söylemek mecburi ve serbest ayyuka çıkmak
Artık yağmur sonraları toprak kokmak yok
Tomurcuklanmak günah
Ve bir insan gözü yüzünden yüz gün ardarda uyumamak
Kimse ölmesin diye kimsenin aklında her sevdalı verdiği sözü geri alacak
Güneşi ayı hatta hiç bir tabiat olayı
Şahit gösterilmeyecek hiç bir sevdaya
Ne deniyorsa onu atacak kalp
Ve süresi yirmidört saate çıkartılacak meskun mahallerde ağlamanın

Sen sesini alıp gidince ben burda dilsiz kaldım
Ya sen bana fazla geldin ya ben sana az kaldım

Yılmaz Erdoğan

10 Ağustos 2010 Salı

saklı mutluluk

geçemediğin bir kapının arkasındaki
gizli bir bahçe
o bahçenin içinde
gizli bir dünya
o dünyanın içinde
basit bir bitki
o bitkinin üzerinde
kırılgan bir çiçek
ve
o çiçekte büyümeye çalışan
yeni bir tohum
o tohumda saklı yeni bir bitki
o bitkinin yarattığı gizli bir dünya
o gizli dünyanın saklandığı gizli bir bahçe
işte buda
sahibi olamadığımız mutluluğun kısırdöngüsü...

23 Haziran 2010 Çarşamba

Aynanın Önüne Bırakılmış

neden ağladığımı bilmiyorum, diyorsun
çünkü birşeyler değişiyor içinde
kendini ikna etmiyor düştüğün boşluk
bildiklerin başkalaşıyor gözlerinin önünde
yabancılğı öğreniyorsun
gece söndürür hayalet olmaya yetmeyenlerin ışığını
güçlü olmaya benden daha çok ihtiyacın var
çünkü haksız olduğunu
kalbinin bir yerinde biliyorsun
gündüzün kepenklerinde duyduğun güven
çelimsiz gölgelerin fısıldadığı
küçük sırlarla büyüyorsun
zamanın ve
aynanın önüne bırakılmış
kısa bir mektup bu
belki çok sonra anlayacaksın içindekileri
ama şimdi okuyorsun

Murathan Mungan

Geceye not

 Uykusuz bir gece daha Kafamın içindeki sesleri susturamıyorum Martıların çığlıklarına karışıyor içimdeki gürültü Düşünceleri sıraya dizmeye...