bir gün bi hayalin peşinden koşmaya başlarsan eğer,
tanıdık bir yüz seç kendine,
en hüzünlü olanından,
hani benimkine yakın olanından,
geçmişinin pişmanılığıyıla kavrulduğun zamanlarda,
o hüzünlü yüzü anımsa,
ve gözlerinden bir kaç damla yaş dökülmek isterse,
içine akıt o yaşları,
hüznünü de akıt kendi içine,
akıt ki anla,
o hüzünlü yüzün arkasındaki gözyaşlarını..
ve bir gün gerçekten anlarsan hayatı
yada anladığını zannedersen,
gel birlikte akıtalım hüzünlerimizi,
işte o zaman anlarız belki birbirimizi....
18 Mayıs 2011 Çarşamba
9 Mart 2011 Çarşamba
27 Aralık 2010 Pazartesi
'mış gibi' yaparak yaşıyoruz hayatı...
'mış gibi' yaparak yaşıyoruz hayatı...!
varmış gibi,
yokmuş gibi,
mutluymuş gibi,
mutsuzmuş gibi,
severmiş gibi,
sevmezmiş gibi,
susarmış gibi,
konuşurmuş gibi,
herşeymiş gibi,
hiçbirşeymiş gibi,
yaşarmış gibi,
ölürmüş gibi...
varmış gibi,
yokmuş gibi,
mutluymuş gibi,
mutsuzmuş gibi,
severmiş gibi,
sevmezmiş gibi,
susarmış gibi,
konuşurmuş gibi,
herşeymiş gibi,
hiçbirşeymiş gibi,
yaşarmış gibi,
ölürmüş gibi...
23 Eylül 2010 Perşembe
Pinhan
“Ben dostumu gökte ararken yerde buldum pinhan. Lâkin bulur bulmaz da yitirdim. Senin yüreğine gurbet düşmüş bir kere, kavli karar etmişsin göçmeye. Gönlün o yöne akmış pinhan, elden ne gelir. Sana verebileceğim topu topu iki hediyem var sadece. Birisi kulağına küpe olsun diye. Her ne yöne gidersen git, kaç menzil tüketirsen tüket sakın ola kendinden utanma. Vücudun şehrine gir pinhan; onu seyreyle. Hem de doya doya seyreyle. Biz nefsimizi silmekten değil, bilmekten yanayız; unutma. Birinci hediyem budur sana….”
***
“öyle ise/ köprü dediğin sahte/ bir ayağı orada/ bir ayağı burada/ iki ayrı isim taşır/ iki tarafında/ helak eder kendini/ ikibaşlılığını saklayabilmek için/ gerim gerim gerilirken derisi/ çatır çatır ederken kemikleri/ birer birer dökülsün daha iyi/ taştan etleri/ varsın/ köprü yıkılsın/ ne geçmişte/ ne gelecekte/ hemen şu an yıkılsın/ bir ismi/ öteki isme/ bağlamak yerine/ tez elden/ suya karışsın/ varsın/ köprü dediğin/ su olsun…
***
dağ, tepe/ bayır, ova/ su ve toprak/ ateş ve hava/ senin kokunla yoğrulmuş/ buram buram sen kokmakta/ her nefeste/ her iç çekişte/ ve her özlemde/ seni/ sade seni/ soluyorum/ senin karşında utanmaktan değil/ seni utandırmaktan/ korkuyorum/ öyle sapa bir yola/ soktun ki/ beni/ öyle bir yolda rehberlik ettin ki/ hep ışığı görmemek için/ görüp de/ gün ortasında çırılçıplak kalmamak için/ yalvardım durdum/ en nihayetinde/ dönüp dolaşıp vardığım yerde/ senden/ bir senden/ uzak düştüm/ ayrı düştüm/ belki de ilk kez/ o zaman bölündüm…
***
de bana, vuslatımıza daha çok var mı?
hani halkanın ucunda/ kavuşacaktım sana/ hani bir iken ayrı düşmüştük/ ve çok iken bir olacaktık sonunda/ çoktan razı idim oysa/ razı idim gecenin matemine/ karanlığı fırsat bilene/ ve korkaklığıma/ ve karabasanlarıma/ oyun oynar gibi yaşar giderdim/ kuş avlardım/ kuşları deli gibi kıskanırdım ya/ bırakmadın/ bırakmadın ki kendimden kaçayım/ koyvermedin/ koyvermedin ki sürsün bu devran
***
döndü halka/döndü olanca hızıyla/ toprak ki siyah bir halka idi/ ve geceye saklanırdı bazen/ tuttu su ile karıştı/ su ki sarı bir halka idi/ rengiyle dalaşırdı bazen/ tuttu toprağı kucakladı/ eğildim suya baktım/ suda kendimi gördüm/ kendimi sen sandım/ sarılmak için atıldım/ köprüye hıncım yalan imiş/ onu yıkarken suya karışan/ ben oldum
***
balçıktan çıktım ben/ balçıktan yoğurdum kendimi/ içerdeki dışa taştı/ dıştaki içe çekildi/ görünen görünmeyene sataştı/ görünmeyen görünene diş biledi/ siyah halka/ sarı halka ile yer değiştirdi/ çekildim bir köşeye/ sessiz sedasız/ baktım olan bitene/ seni gördüm kaderimde/ ebrunun halkalarını saydım/ tastamam dört etti/ halkalardaki kıvrımları hesapladım/ tastamam senin ismin etti/ isminin yanına beni de kazı dedim/ boyalar isyan etti
***
bir de baktım ki/ ben ben değilim artık/ suretim başka bir suret/ ismim bir başkasının ismi/ gönlüm ne yöne akar/ ben ne yöne/ verdiğin emaneti yitirdim yollarda/ hata ettim/ kusur ettim/ affola…
***
isimler ki büyülüdür/ sade büyülü mü/ isimler hem de büyücüdür/ sanmam ki çıkmış olsun hatırından/ ismini “fasl-ı hazan” koyalım/ söndüğü yerde aradığını bulasın/ lakin fasl-ı hazan demek/ fasl-ı hüzün demek/ söndüğü yerde/ sana kavuşmam gerek/ onun söndüğü yerde/ benim tutuşmam gerek…”
Elif Şafak
13 Ağustos 2010 Cuma
Sevmekten Gidince
Sen beni sevmekten gidince ben bana borçlu kaldım
Ya sen bana fazla geldin ya ben sana az kaldım
Aşk yasaklandı artık halka açık yerlerde
El tutmak yol açıyor diye hesapsız susmalara
Kaldırdık tüm tutuşmaları
Yasak kelime oyunu yapmak
Yalan söylemek mecburi ve serbest ayyuka çıkmak
Artık yağmur sonraları toprak kokmak yok
Tomurcuklanmak günah
Ve bir insan gözü yüzünden yüz gün ardarda uyumamak
Kimse ölmesin diye kimsenin aklında her sevdalı verdiği sözü geri alacak
Güneşi ayı hatta hiç bir tabiat olayı
Şahit gösterilmeyecek hiç bir sevdaya
Ne deniyorsa onu atacak kalp
Ve süresi yirmidört saate çıkartılacak meskun mahallerde ağlamanın
Sen sesini alıp gidince ben burda dilsiz kaldım
Ya sen bana fazla geldin ya ben sana az kaldım
Yılmaz Erdoğan
Ya sen bana fazla geldin ya ben sana az kaldım
Aşk yasaklandı artık halka açık yerlerde
El tutmak yol açıyor diye hesapsız susmalara
Kaldırdık tüm tutuşmaları
Yasak kelime oyunu yapmak
Yalan söylemek mecburi ve serbest ayyuka çıkmak
Artık yağmur sonraları toprak kokmak yok
Tomurcuklanmak günah
Ve bir insan gözü yüzünden yüz gün ardarda uyumamak
Kimse ölmesin diye kimsenin aklında her sevdalı verdiği sözü geri alacak
Güneşi ayı hatta hiç bir tabiat olayı
Şahit gösterilmeyecek hiç bir sevdaya
Ne deniyorsa onu atacak kalp
Ve süresi yirmidört saate çıkartılacak meskun mahallerde ağlamanın
Sen sesini alıp gidince ben burda dilsiz kaldım
Ya sen bana fazla geldin ya ben sana az kaldım
Yılmaz Erdoğan
10 Ağustos 2010 Salı
saklı mutluluk
geçemediğin bir kapının arkasındaki
gizli bir bahçe
o bahçenin içinde
gizli bir dünya
o dünyanın içinde
basit bir bitki
o bitkinin üzerinde
kırılgan bir çiçek
ve
o çiçekte büyümeye çalışan
yeni bir tohum
o tohumda saklı yeni bir bitki
o bitkinin yarattığı gizli bir dünya
o gizli dünyanın saklandığı gizli bir bahçe
işte buda
sahibi olamadığımız mutluluğun kısırdöngüsü...
23 Haziran 2010 Çarşamba
Aynanın Önüne Bırakılmış
neden ağladığımı bilmiyorum, diyorsun
çünkü birşeyler değişiyor içinde
kendini ikna etmiyor düştüğün boşluk
bildiklerin başkalaşıyor gözlerinin önünde
yabancılğı öğreniyorsun
gece söndürür hayalet olmaya yetmeyenlerin ışığını
güçlü olmaya benden daha çok ihtiyacın var
çünkü haksız olduğunu
kalbinin bir yerinde biliyorsun
gündüzün kepenklerinde duyduğun güven
çelimsiz gölgelerin fısıldadığı
küçük sırlarla büyüyorsun
zamanın ve
aynanın önüne bırakılmış
kısa bir mektup bu
belki çok sonra anlayacaksın içindekileri
ama şimdi okuyorsun
Murathan Mungan
çünkü birşeyler değişiyor içinde
kendini ikna etmiyor düştüğün boşluk
bildiklerin başkalaşıyor gözlerinin önünde
yabancılğı öğreniyorsun
gece söndürür hayalet olmaya yetmeyenlerin ışığını
güçlü olmaya benden daha çok ihtiyacın var
çünkü haksız olduğunu
kalbinin bir yerinde biliyorsun
gündüzün kepenklerinde duyduğun güven
çelimsiz gölgelerin fısıldadığı
küçük sırlarla büyüyorsun
zamanın ve
aynanın önüne bırakılmış
kısa bir mektup bu
belki çok sonra anlayacaksın içindekileri
ama şimdi okuyorsun
Murathan Mungan
21 Haziran 2010 Pazartesi
Oğlum; sana bu mektubu bizim cehennemden yazıyorum...
Oğlum;
sana bu mektubu bizim cehennemden yazıyorum
bir yaşıma daha gireceğim neredeyse
tabii bundan haberin yok senin
kronometreye erken bastığın için
beni hep yakışıklı hatırlayacaksın
bizi bırakıp gittiğin yerde
eski güzel günleri düşünüp hayıflanacaksın
ama dur!
Sen hatırlıyor musun beni?
Peki, sen herhangi bir şeyi hatırlıyor musun?
Ben, yirmiydim tanıştığımızda
sen beni en son otuz beşimde gördün İstanbul’da
sonra sen kaş'ta öldün
o akşam aynı anda geldik Antalya’ya
sen beni görmedin, ben sana bakıyorken
ben sana öyle dikkatli baktım ki oğlum ayrılırken
sen iyi ki görmedin beni
yoksa; göz göze gelir gülerdik, eskisi gibi
olmadık bir yerde gülerdik ya hani?
Öyle olurdu yine
gözlerimizi kaçırırdık ciddiyeti bozmamak için
hani sahnede olduğu gibi.
Sen ağlarken bakamazdım sana
sinirimi bozardın, gülerdim
çünkü sen her boktan şikâyet ederdin oğlum
öyle çok şikâyet ederdin ki
sonunda sıkılır gülerdim
sonra sen de sıkılırdın kendinden
başkası gibi olmak isterdin
mutlu olan bir başkası gibi
dert etmeyen biri
hani, benim gibi biri
bir şey diyeyim mi sana oğlum?
Şimdi dönsen buralara
ne gidilecek bir yol
ne uğruna ölünecek bir kadın
her neyse...
Ama kadınları çok dert ederdin sen
ama onlar seni severdi oğlum
ama sen çok ağlardın onlar için
sevemezdin kendini bir türlü
onlar seni çok sevse de
senin gibi olmak istemezdim o zaman
daha çok sevin beni!
Daha çok gülün bana!
Beni daha çok isteyin!
Daha çok!
Ama seni en çok ben...
Bir şey diyeyim mi sana oğlum?
Şimdi dönsen buralara
ne gidilecek bir yol
ne uğruna ölünecek bir kadın
ne de sabaha kadar konuşarak sana vaad ettiklerim
kandırdım seni oğlum
parayı dert etme diye
yok öyle bir şey, başarısızlık diye
illa da başkası olmaya çalışma salak gibi
bir kadın için ölme diye
kandırdım
artık umurunda değil mi bunlar?
Artık bozulmuyor musun bu işlere?
Aşkın da bir önemi kalmadı mı yoksa?
O kadın için ölmez misin bir daha?
Ne var, bir kere daha ölsen?
Değmez mi o kadın buna?
Hani, hani değerdi?
Çıplak ayaklarıyla yürürken mezarının üstünde
keyiflenmeyecek misin toprağın beş karış altında?
Öyle de oldu zaten, vasiyet ettiğin gibi
çıplak ayaklı kıza
bıraktın değil mi oğlum?
Bıraktın, gittin
peki!
Ama ben buradayım hala
ben devam ediyorum
peki sen bakıyor musun bana oradan?
Gülüyor musun bana?
Sanıyor musun ben aynı şarkıyı söylüyorum?
Beni daha çok sevin!
Bana daha çok gülün!
Daha da çok isteyin beni!
Beni daha çok özleyin!
Ama seni...
Seni en çok ben, ben!
Hayır, ben çok değiştim oğlum
bir başkası değilim artık
vazgeçtim maymunların dünyasından
bıraktım alkışları, istemiyorum kahkahaları
istemiyorum bir aptal gibi yaşlanmak
işte belki de bu yüzden
seni en çok ben...
En çok ben özlüyorum!
Benim
ölü
arkadaşım...
Okan Bayülgen
sana bu mektubu bizim cehennemden yazıyorum
bir yaşıma daha gireceğim neredeyse
tabii bundan haberin yok senin
kronometreye erken bastığın için
beni hep yakışıklı hatırlayacaksın
bizi bırakıp gittiğin yerde
eski güzel günleri düşünüp hayıflanacaksın
ama dur!
Sen hatırlıyor musun beni?
Peki, sen herhangi bir şeyi hatırlıyor musun?
Ben, yirmiydim tanıştığımızda
sen beni en son otuz beşimde gördün İstanbul’da
sonra sen kaş'ta öldün
o akşam aynı anda geldik Antalya’ya
sen beni görmedin, ben sana bakıyorken
ben sana öyle dikkatli baktım ki oğlum ayrılırken
sen iyi ki görmedin beni
yoksa; göz göze gelir gülerdik, eskisi gibi
olmadık bir yerde gülerdik ya hani?
Öyle olurdu yine
gözlerimizi kaçırırdık ciddiyeti bozmamak için
hani sahnede olduğu gibi.
Sen ağlarken bakamazdım sana
sinirimi bozardın, gülerdim
çünkü sen her boktan şikâyet ederdin oğlum
öyle çok şikâyet ederdin ki
sonunda sıkılır gülerdim
sonra sen de sıkılırdın kendinden
başkası gibi olmak isterdin
mutlu olan bir başkası gibi
dert etmeyen biri
hani, benim gibi biri
bir şey diyeyim mi sana oğlum?
Şimdi dönsen buralara
ne gidilecek bir yol
ne uğruna ölünecek bir kadın
her neyse...
Ama kadınları çok dert ederdin sen
ama onlar seni severdi oğlum
ama sen çok ağlardın onlar için
sevemezdin kendini bir türlü
onlar seni çok sevse de
senin gibi olmak istemezdim o zaman
daha çok sevin beni!
Daha çok gülün bana!
Beni daha çok isteyin!
Daha çok!
Ama seni en çok ben...
Bir şey diyeyim mi sana oğlum?
Şimdi dönsen buralara
ne gidilecek bir yol
ne uğruna ölünecek bir kadın
ne de sabaha kadar konuşarak sana vaad ettiklerim
kandırdım seni oğlum
parayı dert etme diye
yok öyle bir şey, başarısızlık diye
illa da başkası olmaya çalışma salak gibi
bir kadın için ölme diye
kandırdım
artık umurunda değil mi bunlar?
Artık bozulmuyor musun bu işlere?
Aşkın da bir önemi kalmadı mı yoksa?
O kadın için ölmez misin bir daha?
Ne var, bir kere daha ölsen?
Değmez mi o kadın buna?
Hani, hani değerdi?
Çıplak ayaklarıyla yürürken mezarının üstünde
keyiflenmeyecek misin toprağın beş karış altında?
Öyle de oldu zaten, vasiyet ettiğin gibi
çıplak ayaklı kıza
bıraktın değil mi oğlum?
Bıraktın, gittin
peki!
Ama ben buradayım hala
ben devam ediyorum
peki sen bakıyor musun bana oradan?
Gülüyor musun bana?
Sanıyor musun ben aynı şarkıyı söylüyorum?
Beni daha çok sevin!
Bana daha çok gülün!
Daha da çok isteyin beni!
Beni daha çok özleyin!
Ama seni...
Seni en çok ben, ben!
Hayır, ben çok değiştim oğlum
bir başkası değilim artık
vazgeçtim maymunların dünyasından
bıraktım alkışları, istemiyorum kahkahaları
istemiyorum bir aptal gibi yaşlanmak
işte belki de bu yüzden
seni en çok ben...
En çok ben özlüyorum!
Benim
ölü
arkadaşım...
Okan Bayülgen
18 Haziran 2010 Cuma
O Kadın
bir gün kimsesiz kalırsın o yetişir imdadına,
ağlamak istersin bir omuz belirir yanıbaşında, yine o gelir
korktuğunda ilk o kadının ismi dökülür dudaklarından heyecanla
yalnız kaldığın gecelerde onun öğütlerine sığınırsın
yaptığın her hatadan sonra keşke sözünü dinleseydim dersin çoğu zaman
onun rehberliği olmadan yol almak zorlaşır
ne yöne gideceğini ondan öğrenirsin
her yaptığın yanlış sonrasında seni affedebilecek yüreğe sahip tek insan odur
içinden geçenleri anlatmasanda hisseder
sustuğun zaman nedenleri niçinleri sorgulamaz
konuştuğun zaman sonuna kadar dinler
herkes seni terkedip giderken bir tek o kalır yanında
düştüğünde elinden tutar,
yürürken destek olur
farklıdır her zaman o kadın
sonuçta annendir...
ağlamak istersin bir omuz belirir yanıbaşında, yine o gelir
korktuğunda ilk o kadının ismi dökülür dudaklarından heyecanla
yalnız kaldığın gecelerde onun öğütlerine sığınırsın
yaptığın her hatadan sonra keşke sözünü dinleseydim dersin çoğu zaman
onun rehberliği olmadan yol almak zorlaşır
ne yöne gideceğini ondan öğrenirsin
her yaptığın yanlış sonrasında seni affedebilecek yüreğe sahip tek insan odur
içinden geçenleri anlatmasanda hisseder
sustuğun zaman nedenleri niçinleri sorgulamaz
konuştuğun zaman sonuna kadar dinler
herkes seni terkedip giderken bir tek o kalır yanında
düştüğünde elinden tutar,
yürürken destek olur
farklıdır her zaman o kadın
sonuçta annendir...
14 Haziran 2010 Pazartesi
Herşey Sende Gizli
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
Can Yücel
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
Can Yücel
4 Haziran 2010 Cuma
Sıkıldım
aynı hikayelerden
aynı eksen etrafında dönüp durmalardan
hayatı paylaşamamaktan
ortak paydada mutluluk bulamamaktan
hep ben haklıyım diyenlerden
hep haksızsın diyenlerde
suçlamalardan
yalancılıktan
iki yüzlülükten
kaçak güreşmekten
şerefsizlikten
mış gibi yapmaktan
insanları yalanla aldatmaktan
başka başka davranmaktan
samimiyetsizlikten
iftiralardan
menfaatlerden
ben yaptım oldu'lardan
sen yapınca olmaz'lardan
pembe hayallerden
aldatmalardan
aldatılışlardan
hep seninleyim yalanlarından
ölene kadar birlikteyiz zırvalarından
ne yaparsan yap seni bırakmamlardan
sahtekarlıklardan
sahte gözyaşlarından
kendimi bu safsataların içinde bulmaktan
bu oyunun figüranı olmaktan
kendimden
herşeyden
sıkıldım
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Geceye not
Uykusuz bir gece daha Kafamın içindeki sesleri susturamıyorum Martıların çığlıklarına karışıyor içimdeki gürültü Düşünceleri sıraya dizmeye...
-
Türkiye’nin en sevilen kadını olmakla nasıl başa çıkıyorsunuz? Bazen anonim olmayı özlüyor musunuz? Aslında kendimi ya da yarattığım söylene...
-
Kırdın mı incittin mi birilerini Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler. Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda? Yeniden düşünmeliyim Dostlukla...