21 Ağustos 2011 Pazar

Avara

anımsıyor musun?
bir çetemiz vardı: Vahşi Siyah Atlar
ısmarlama serserilikler yaşardık
kimseden bir şey demeden kaçıp gitmeler gibi
sokaklarda sabahlamak, parklarda yatmak
yabancıları mahalleye sokmamak gibi
Ve bir gün gideceğimiz bir Amerika vardı
herkesin bir Amerikası vardı o zamanlar
herkes gece istasyonlarında
kendi Amerikasını aradı

kısık ışıklı arkadaş odaları
plağın bir yüzünü kaplayan uzun parçalar eşliğinde
kendi rüyalarımıza dalar, dağılırdık
okyanuslar, gemi yolculukları, kanayan ıslıklar
ve dunyanın bütün limanları
önümüzde sessizce uzardı

biterdi plak, disk boşa dönerdi.
düşlerimiz çarpıp geri dönen sulardı şimdi
 böyle zamanlarda ilk sözü söylemekten kaçınırdı herkes
 sonra biri usulca kalkar,
herkese çay koyardı
anımsıyor musun?

vahşi siyah atlardık
kentin ışıklı çöllerinde kendi izini arayan
deri ceketlerimize sığdıramadığımız düşlerimiz kadar
aşık ve düşmandık
dünya acıtırdı bizi.
her şey kanatır, her şey yaralardı
sevişmek çekip çıkarmazdı bizi derinliğimizden
öfkemizi dindirmezdi hiçbir şey
geceleri uyuyamayan çocuklardık,
otobüs garlarında uzun maceralar umar
apansız yolculuklara çıkardık

uykulu kentlere girerdik gece yarıları
ıssız ağaçlar olurdu yol kenarlarında
gökyüzünde parlak yıldızlar, her yere aynı uzalıkta
sarhoş bindiğimiz otobüsün pencersinden
sanki bambaşka bir dünyaya bakardık
sonra saklayarak yüzümüzü birbirimizden
yumruklarımızı sıkar sessizce ağlardık
ışığı açık kalmış pencerelere, kepengi örtülü dükkanlara,
yaz bahçelerinden taşan çiceklere,
adını bile bilmediğimiz bu kente
neye olduğunu bile bilmediğimiz bir hasretle
uzun uzun bakardık
anımsıyor musun?

ahh o gece yolculukları
bir başka kentte, bir başka insan olmanın umutları
kaç yol arkadaşı kaldı şimdi geriye
gençliğin ilk acılarını birlikte keşfettiğimiz
kaç yol arkadaşı?
sürüyerek götürdüğümüz dargın beraberlikleri saymazsak
ne kalıyor elimizde?
ölenler,
terk edenler,
bir de telefonları, adresleri, kendileri değişenler

vahşi, siyah atlardık; yılkıya bırakıldık
içimizden kimse gidemedi Amerikaya
kendi Amerikası da olmadı hiçbirimizin
yağmur aldı
rüzgar aldı
zaman aldı
o vahşi siyah atları
herşey o eski rüya da kaldı

çarpıp geri dönen düşlerimizin üstünde
çürümüş cesetleri yüzüyor şimdi vahşi siyah atların
öldukleri sahilleri kendileri de bilmiyorlar
peki sen anımsıyor musun?

Murathan Mungan

5 Ağustos 2011 Cuma

çocukluğum...

Ve en çok seni özledim ben.
Karşı komşunun sokağa çıkacağı zamanı beklemeni.
Her teyzeyi annen gibi sevmeni.
Sanki ayıpmış gibi kimselere söylememeni.
Ve o bisikleti ilk gördüğünde koşuşunu.
Yağmurlu bir günde annenin elinden yediğin ekmeği.
Islanan sokaklara bakıp duygulanmanı.
Yaz akşamlarında oturduğun kaldırımı.Seni bir kez daha görmek isterdim...
Hiç konuşmadan...
Kısa pantolonlu siyah beyaz halini...
bir lokma boyunu..
diz çöküp yere sımsıkı..
ama çok sıkı
sarılmak sana...
göz yaşlarımı omuzlarına
bırakıp gitmek istiyorum
şimdi...
sana kim olduğumu
söylemeden..arkama
bakmadan
ağladığımı sana
göstermeden
seni çok özledim
ama çok özledim
çocukluğum! !

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Yalnızlık

gözlerimde koca şehrin yalnız ışıkları
ciğerimde yalnız bir sigara dumanı,
elimde yalnız bir ateş,
kulağımda yalnız bir eda,
ağzımdan çıkan dumanın rüzgarla yalnızlık dansı,
yüreğimde yalnız bir kor,sevgiden aşktan ve senden oluşan..
tenimde yalnız bir dudak sıcaklığı...
ruhumda yalnız bir aşkın sevinci..
ayaklarımda yalnız bir titreme,
bir yalnızlık,
bir yalnızlık,
ve bir yalnızlık daha...

A.Ç.

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Hüzün

bir gün bi hayalin peşinden koşmaya başlarsan eğer,
tanıdık bir yüz seç kendine,
en hüzünlü olanından,
hani benimkine yakın olanından,
geçmişinin pişmanılığıyıla kavrulduğun zamanlarda,
o hüzünlü yüzü anımsa,
ve gözlerinden bir kaç damla yaş dökülmek isterse,
içine akıt o yaşları,
hüznünü de akıt kendi içine,
akıt ki anla,
o hüzünlü yüzün arkasındaki gözyaşlarını..
ve bir gün gerçekten anlarsan hayatı
yada anladığını zannedersen,
gel birlikte akıtalım hüzünlerimizi,
işte o zaman anlarız belki birbirimizi....

9 Mart 2011 Çarşamba

27 Aralık 2010 Pazartesi

'mış gibi' yaparak yaşıyoruz hayatı...

'mış gibi' yaparak yaşıyoruz hayatı...!
varmış gibi,

yokmuş gibi,
mutluymuş gibi,
mutsuzmuş gibi,
severmiş gibi,

sevmezmiş gibi,
susarmış gibi,

konuşurmuş gibi,
herşeymiş gibi,
hiçbirşeymiş gibi,
yaşarmış gibi,

ölürmüş gibi...

23 Eylül 2010 Perşembe

Pinhan

“Ben dostumu gökte ararken yerde buldum pinhan. Lâkin bulur bulmaz da yitirdim. Senin yüreğine gurbet düşmüş bir kere, kavli karar etmişsin göçmeye. Gönlün o yöne akmış pinhan, elden ne gelir. Sana verebileceğim topu topu iki hediyem var sadece. Birisi kulağına küpe olsun diye. Her ne yöne gidersen git, kaç menzil tüketirsen tüket sakın ola kendinden utanma. Vücudun şehrine gir pinhan; onu seyreyle. Hem de doya doya seyreyle. Biz nefsimizi silmekten değil, bilmekten yanayız; unutma. Birinci hediyem budur sana….”

***

“öyle ise/ köprü dediğin sahte/ bir ayağı orada/ bir ayağı burada/ iki ayrı isim taşır/ iki tarafında/ helak eder kendini/ ikibaşlılığını saklayabilmek için/ gerim gerim gerilirken derisi/ çatır çatır ederken kemikleri/ birer birer dökülsün daha iyi/ taştan etleri/ varsın/ köprü yıkılsın/ ne geçmişte/ ne gelecekte/ hemen şu an yıkılsın/ bir ismi/ öteki isme/ bağlamak yerine/ tez elden/ suya karışsın/ varsın/ köprü dediğin/ su olsun…

***

dağ, tepe/ bayır, ova/ su ve toprak/ ateş ve hava/ senin kokunla yoğrulmuş/ buram buram sen kokmakta/ her nefeste/ her iç çekişte/ ve her özlemde/ seni/ sade seni/ soluyorum/ senin karşında utanmaktan değil/ seni utandırmaktan/ korkuyorum/ öyle sapa bir yola/ soktun ki/ beni/ öyle bir yolda rehberlik ettin ki/ hep ışığı görmemek için/ görüp de/ gün ortasında çırılçıplak kalmamak için/ yalvardım durdum/ en nihayetinde/ dönüp dolaşıp vardığım yerde/ senden/ bir senden/ uzak düştüm/ ayrı düştüm/ belki de ilk kez/ o zaman bölündüm…

***

de bana, vuslatımıza daha çok var mı?
hani halkanın ucunda/ kavuşacaktım sana/ hani bir iken ayrı düşmüştük/ ve çok iken bir olacaktık sonunda/ çoktan razı idim oysa/ razı idim gecenin matemine/ karanlığı fırsat bilene/ ve korkaklığıma/ ve karabasanlarıma/ oyun oynar gibi yaşar giderdim/ kuş avlardım/ kuşları deli gibi kıskanırdım ya/ bırakmadın/ bırakmadın ki kendimden kaçayım/ koyvermedin/ koyvermedin ki sürsün bu devran

***

döndü halka/döndü olanca hızıyla/ toprak ki siyah bir halka idi/ ve geceye saklanırdı bazen/ tuttu su ile karıştı/ su ki sarı bir halka idi/ rengiyle dalaşırdı bazen/ tuttu toprağı kucakladı/ eğildim suya baktım/ suda kendimi gördüm/ kendimi sen sandım/ sarılmak için atıldım/ köprüye hıncım yalan imiş/ onu yıkarken suya karışan/ ben oldum

***

balçıktan çıktım ben/ balçıktan yoğurdum kendimi/ içerdeki dışa taştı/ dıştaki içe çekildi/ görünen görünmeyene sataştı/ görünmeyen görünene diş biledi/ siyah halka/ sarı halka ile yer değiştirdi/ çekildim bir köşeye/ sessiz sedasız/ baktım olan bitene/ seni gördüm kaderimde/ ebrunun halkalarını saydım/ tastamam dört etti/ halkalardaki kıvrımları hesapladım/ tastamam senin ismin etti/ isminin yanına beni de kazı dedim/ boyalar isyan etti

***

bir de baktım ki/ ben ben değilim artık/ suretim başka bir suret/ ismim bir başkasının ismi/ gönlüm ne yöne akar/ ben ne yöne/ verdiğin emaneti yitirdim yollarda/ hata ettim/ kusur ettim/ affola…

***
isimler ki büyülüdür/ sade büyülü mü/ isimler hem de büyücüdür/ sanmam ki çıkmış olsun hatırından/ ismini “fasl-ı hazan” koyalım/ söndüğü yerde aradığını bulasın/ lakin fasl-ı hazan demek/ fasl-ı hüzün demek/ söndüğü yerde/ sana kavuşmam gerek/ onun söndüğü yerde/ benim tutuşmam gerek…”

Elif Şafak

13 Ağustos 2010 Cuma

Sevmekten Gidince

Sen beni sevmekten gidince ben bana borçlu kaldım
Ya sen bana fazla geldin ya ben sana az kaldım

Aşk yasaklandı artık halka açık yerlerde
El tutmak yol açıyor diye hesapsız susmalara
Kaldırdık tüm tutuşmaları
Yasak kelime oyunu yapmak
Yalan söylemek mecburi ve serbest ayyuka çıkmak
Artık yağmur sonraları toprak kokmak yok
Tomurcuklanmak günah
Ve bir insan gözü yüzünden yüz gün ardarda uyumamak
Kimse ölmesin diye kimsenin aklında her sevdalı verdiği sözü geri alacak
Güneşi ayı hatta hiç bir tabiat olayı
Şahit gösterilmeyecek hiç bir sevdaya
Ne deniyorsa onu atacak kalp
Ve süresi yirmidört saate çıkartılacak meskun mahallerde ağlamanın

Sen sesini alıp gidince ben burda dilsiz kaldım
Ya sen bana fazla geldin ya ben sana az kaldım

Yılmaz Erdoğan

10 Ağustos 2010 Salı

saklı mutluluk

geçemediğin bir kapının arkasındaki
gizli bir bahçe
o bahçenin içinde
gizli bir dünya
o dünyanın içinde
basit bir bitki
o bitkinin üzerinde
kırılgan bir çiçek
ve
o çiçekte büyümeye çalışan
yeni bir tohum
o tohumda saklı yeni bir bitki
o bitkinin yarattığı gizli bir dünya
o gizli dünyanın saklandığı gizli bir bahçe
işte buda
sahibi olamadığımız mutluluğun kısırdöngüsü...

23 Haziran 2010 Çarşamba

Aynanın Önüne Bırakılmış

neden ağladığımı bilmiyorum, diyorsun
çünkü birşeyler değişiyor içinde
kendini ikna etmiyor düştüğün boşluk
bildiklerin başkalaşıyor gözlerinin önünde
yabancılğı öğreniyorsun
gece söndürür hayalet olmaya yetmeyenlerin ışığını
güçlü olmaya benden daha çok ihtiyacın var
çünkü haksız olduğunu
kalbinin bir yerinde biliyorsun
gündüzün kepenklerinde duyduğun güven
çelimsiz gölgelerin fısıldadığı
küçük sırlarla büyüyorsun
zamanın ve
aynanın önüne bırakılmış
kısa bir mektup bu
belki çok sonra anlayacaksın içindekileri
ama şimdi okuyorsun

Murathan Mungan

21 Haziran 2010 Pazartesi

Oğlum; sana bu mektubu bizim cehennemden yazıyorum...

Oğlum;
sana bu mektubu bizim cehennemden yazıyorum
bir yaşıma daha gireceğim neredeyse
tabii bundan haberin yok senin
kronometreye erken bastığın için
beni hep yakışıklı hatırlayacaksın
bizi bırakıp gittiğin yerde
eski güzel günleri düşünüp hayıflanacaksın

ama dur!

Sen hatırlıyor musun beni?
Peki, sen herhangi bir şeyi hatırlıyor musun?
Ben, yirmiydim tanıştığımızda
sen beni en son otuz beşimde gördün İstanbul’da
sonra sen kaş'ta öldün
o akşam aynı anda geldik Antalya’ya
sen beni görmedin, ben sana bakıyorken
ben sana öyle dikkatli baktım ki oğlum ayrılırken
sen iyi ki görmedin beni

yoksa; göz göze gelir gülerdik, eskisi gibi

olmadık bir yerde gülerdik ya hani?
Öyle olurdu yine
gözlerimizi kaçırırdık ciddiyeti bozmamak için
hani sahnede olduğu gibi.
Sen ağlarken bakamazdım sana
sinirimi bozardın, gülerdim
çünkü sen her boktan şikâyet ederdin oğlum
öyle çok şikâyet ederdin ki
sonunda sıkılır gülerdim
sonra sen de sıkılırdın kendinden
başkası gibi olmak isterdin
mutlu olan bir başkası gibi
dert etmeyen biri
hani, benim gibi biri

bir şey diyeyim mi sana oğlum?
Şimdi dönsen buralara
ne gidilecek bir yol
ne uğruna ölünecek bir kadın
her neyse...
Ama kadınları çok dert ederdin sen
ama onlar seni severdi oğlum
ama sen çok ağlardın onlar için
sevemezdin kendini bir türlü
onlar seni çok sevse de
senin gibi olmak istemezdim o zaman

daha çok sevin beni!
Daha çok gülün bana!
Beni daha çok isteyin!
Daha çok!
Ama seni en çok ben...

Bir şey diyeyim mi sana oğlum?
Şimdi dönsen buralara
ne gidilecek bir yol
ne uğruna ölünecek bir kadın
ne de sabaha kadar konuşarak sana vaad ettiklerim

kandırdım seni oğlum
parayı dert etme diye
yok öyle bir şey, başarısızlık diye
illa da başkası olmaya çalışma salak gibi
bir kadın için ölme diye

kandırdım

artık umurunda değil mi bunlar?
Artık bozulmuyor musun bu işlere?
Aşkın da bir önemi kalmadı mı yoksa?
O kadın için ölmez misin bir daha?
Ne var, bir kere daha ölsen?
Değmez mi o kadın buna?

Hani, hani değerdi?

Çıplak ayaklarıyla yürürken mezarının üstünde
keyiflenmeyecek misin toprağın beş karış altında?
Öyle de oldu zaten, vasiyet ettiğin gibi
çıplak ayaklı kıza

bıraktın değil mi oğlum?
Bıraktın, gittin
peki!
Ama ben buradayım hala
ben devam ediyorum
peki sen bakıyor musun bana oradan?
Gülüyor musun bana?
Sanıyor musun ben aynı şarkıyı söylüyorum?

Beni daha çok sevin!
Bana daha çok gülün!
Daha da çok isteyin beni!
Beni daha çok özleyin!

Ama seni...
Seni en çok ben, ben!

Hayır, ben çok değiştim oğlum
bir başkası değilim artık
vazgeçtim maymunların dünyasından
bıraktım alkışları, istemiyorum kahkahaları
istemiyorum bir aptal gibi yaşlanmak

işte belki de bu yüzden
seni en çok ben...
En çok ben özlüyorum!

Benim

ölü

arkadaşım...

Okan Bayülgen

18 Haziran 2010 Cuma

O Kadın

bir gün kimsesiz kalırsın o yetişir imdadına,
ağlamak istersin bir omuz belirir yanıbaşında, yine o gelir
korktuğunda ilk o kadının ismi dökülür dudaklarından heyecanla
yalnız kaldığın gecelerde onun öğütlerine sığınırsın
yaptığın her hatadan sonra keşke sözünü dinleseydim dersin çoğu zaman
onun rehberliği olmadan yol almak zorlaşır
ne yöne gideceğini ondan öğrenirsin
her yaptığın yanlış sonrasında seni affedebilecek yüreğe sahip tek insan odur
içinden geçenleri anlatmasanda hisseder
sustuğun zaman nedenleri niçinleri sorgulamaz
konuştuğun zaman sonuna kadar dinler
herkes seni terkedip giderken bir tek o kalır yanında
düştüğünde elinden tutar,
yürürken destek olur
farklıdır her zaman o kadın
sonuçta annendir...

14 Haziran 2010 Pazartesi

Herşey Sende Gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...

Can Yücel

4 Haziran 2010 Cuma

Sıkıldım

aynı hikayelerden
aynı eksen etrafında dönüp durmalardan
hayatı paylaşamamaktan
ortak paydada mutluluk bulamamaktan
hep ben haklıyım diyenlerden
hep haksızsın diyenlerde
suçlamalardan
yalancılıktan
iki yüzlülükten
kaçak güreşmekten
şerefsizlikten
mış gibi yapmaktan
insanları yalanla aldatmaktan
başka başka davranmaktan
samimiyetsizlikten
iftiralardan
menfaatlerden
ben yaptım oldu'lardan
sen yapınca olmaz'lardan
pembe hayallerden
aldatmalardan
aldatılışlardan
hep seninleyim yalanlarından
ölene kadar birlikteyiz zırvalarından
ne yaparsan yap seni bırakmamlardan
sahtekarlıklardan
sahte gözyaşlarından
kendimi bu safsataların içinde bulmaktan
bu oyunun figüranı olmaktan
kendimden
herşeyden
sıkıldım

3 Haziran 2010 Perşembe

Koparılan Çiçekler

Ben yazdım kadere hüznü, perişanı
Sonu gelmez yinede bitemez ümitler
Ama yoksa bahçemin eski şanı
Sebebi koparılan çiçekler...

1 Haziran 2010 Salı

Adam Olmak

Çevrende herkes şaşırsa
bunu da senden bilse
sen aklı başında kalabilirsen eğer
herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır
hem kendine güvenirsen eğer
bekleyebilirsen usanmadan
yalanla karşılık vermezsen yalana
kendini evliya sanmadan
kin tutmayabilirsen kin tutana.
Düşlere kapılmadan düş kurabilir
yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer
ne kazandım diye sevinir ne yıkıldım diye yerinir
ikisine de vermeyebilirsen değer
söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz
kandırabilir diye safları dert edinmezsen
ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz
koyulabilirsen işe yeniden.
Döküp ortaya varını yoğunu
bir yazı turada yitirsen bile
yitirdiklerini dolamaksızın dile
baştan tutabilirsen yolunu.
Yüreğine sinirine dayan diyecek
direncinden başka şeyin kalmasa da
herkesin bırakıp gittiği noktada
sen dayanabilirsen tek.
Herkesle düşüp kalkar erdemli kalabilirsen
unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken
dost da düşman da incitemezse seni
ne küçümser ne büyültürsen çevreni
her saatin her dakikasına
emeğini katarsan hakçasına
her şeyi ile dünya önüne serilir
üstelik oğlum adam oldun demektir...
Rudyard Kipling

30 Mayıs 2010 Pazar

Gönlü Geniş Ve Ruhu Gezgin, Sufi Meşreplilerin Kırk Kuralı

On İkinci Kural:
Aşk bir seferdir.
Bu sefere çıkan her yolcu,

istese de istemese de tepeden tırnağa değişir.
Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.


Elif Şafak - Aşk

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Alıştım Susmaya

Çok zor bazen
Avaz avaz susmak
Saklanmak kendine
Kendinden vazgeçmişken

Çok zor bazen
'Belkiler' biriktirmek
Ve sana tutunmak
Hem de sana rağmen

Üşürsen söyle hemen
İçimin camları kapansın
Bıraktım öyle kalsın
Bizim gibi darmadağın

Beni sevmediğin zamanlarda
Alıştım susmaya
Hiç ağlamadım, ağlamadım
Alıştım susmaya

Beni sevmediğin zamanlarda
Alıştım susmaya
Hala soğuk
soğuk hala
Alıştım susmaya

Çok zor bazen
Nefes alabilmek
Ve sağ çıkabilmek
Senin iklimlerinden

Sen bana
Senden kalan
En sevdiğim,
En sevdiğim Yalan.

Emre Aydın

20 Mayıs 2010 Perşembe

Sensizlik

yüreğimde yangınlar,
içimde kor alevler..
ağlarım sensiz gecelerde,
gidişin matem
karanlık odamda hüsran,
ufukta ümitsiz bekleyiş,
gözlerimde dalgın bakış,
gitme,
demek gelir içimden,
haykırmak isterim
kulağına usulca,
sarılmak
buz gibi,
kaskatı kollarında
kaybolmak,
bakışlarında erimek,
sessizliğinde yok olmak...

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Çaresiz İsyan

Kaç bahar geçti şu genç ömrümden,kaç iklim değişti bu yürekte..
kimler ıskaladı kalbimi,kimler paramparça etti ruhumu…
kaç sevda eskittim kim bilir,kaç hayal öldü ıssız gecelerde.
düşünmediğim bir gece var mıdır halimi,nedenlerini niçinlerini sorgulamadığım bir anı varmıdır bu cehennemin.
hayatın aldıklarıyla verdiklerini hangi toplama kuralı pozitif yapar,hangi oyunu oynasam hayat benimde kazananlar kulübüne kaydeder.
gitsem yenilikçi akıma kapılsam kendimi sıfırlayabilir miyim,kaçsam kurtulabilir miyim prangalardan.
sussam kabullenmiş mi olurum çaresizliğimi,konuşsam kim dinler,bağırsam kim dönüp bakar bu gafile,ne yapsam da derdimi anlatabileceğim birini bulsam…
hayatın kendisinin huzuruna mı çıksam,yoksa hayatı protesto edip son mu versem bu curcunaya.
erkek gibi mücadele mi etsem,kız gibi ağlasam mı,çocuklar gibi mızıkçılık mı yapsam…
kötülükleri öldürsem mi ki,kim kalır ki o zaman hayatta,ruhumdaki lekeyi yıkayacak bir iksir bulabilir miyim masal kahramanlarından.
dua mı etsem bu lekeyi bana armağan edene,kabul eder mi beni verdiği bu lekeyle.
verdiği lekeyle lanetli yapan beni,hangi kutsal kitap temizler.
hangi kutsal varlık bana ilham olur,yüreğimin yangınlarını söndürür,çaresizliğime derman olur…sorularıma cevap bulur…

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Cehennemden Cennete

Cehennemden geldim
cennete gidicem
Seviştiğim dünyayı da yanımda götürücem
Acılarımı gömdüm
Günahlarımı yaktım
Dövüştüğüm sevdaları
Aşkında büyütücem
Şeytanımı öldürdüm
bebeğimi büyütücem
Yandığım dünyayı da dalbimde küçültücem
Denizleri taşırdım
bulutları delicem
Şişedeki küllerimi topraklara serpicem
Denizlerle oynaştım
Güllerimi öpücem
Kurumayan dudağımı yaralara bölücem
Yalanlardan dumanlandım ben
Doğum batmakta hep
takıldım kaldım
Kavgalardan bulandım ben
Batıp doğmakta hep
yalanmış baldım
Düş Sokağı Sakinleri

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Dost Bildiklerim

Sanırdım gündüzdü onlarla gecem
İçimde ümitti dost bildiklerim
Ne zaman yıkılıp yere düştüysem
Bırakıp da gitti dost bildiklerim
Hepsi varken baharımda, yazımda:
Kışın bir burukluk kaldı ağzımda
Seneler senesi oysa gözümde
Cihana eşitti dost bildiklerim
Nerde o sözlere kandığım günler?
Her gülen yüzü dost sandığım günler
Acıdan kahrolup yandığım günler
Ta canıma yetti dost bildiklerim
Meydana çıkalı asil çehreler
Aydınlanmaz oldu artık geceler
Yalanlar tükendi, indi maskeler
Birer birer bitti dost bildiklerim
Korkar oldum bana *dostum* diyenden
Yoksa yok olandan, varsa yiyenden
Ne onlardan eser kaldı ne benden
Beni benden etti dost bildiklerim
Ümit Yaşar Oğuzcan

29 Nisan 2010 Perşembe

Gece,Sokak,Kaldırımlar Ve Ben

sessiz,sakin..
sokak ve ben,
gece yarısı şarkıları dilimde,
sarhoşlar kaldırımlarda,
fahişeler kahkaha kusmakta,
yapmacık,yapış yapış kelimeler dökülmekte dudaklardan,
ben ile sokak arasına girmiş çirkin tutkular,
hiç oralı değilim yanımdan akıp giden curcunaya,
ileride yine sokakla baş başa,
düşüncelerde boğulmuş,
ölmek üzere bir ben,
hayata tutunmaya çalışıyor yavaş adımlarda,
kaldırımları incitmeden,üzmeden,
hüzünlerimi çaktırmadan,
usul usul yokluğa doğru yürüyorum,
ömrümden çalınmış mutluluklara koşmak istiyorum,
geride bıraktığım hatıralara dönmek,
sarılıp ağlamak,özürlerimi iletmek istiyorum,
gözyaşlarım süzülüyor yanaklarımdan,
hıçkırıklar düğümleniyor boğazımda,
sessizce,
kimsesizce ağlıyorum,
sokak,gece ve kaldırımlar duyuyor sadece bu çaresizliği...

23 Nisan 2010 Cuma

Şehirlerarası Otobüs Yolculuğu

alnımın bir yanında,başımı dayadığım camın titreşip durduğunu hissetmeme karşın,uyumayı sürdürebiliyordum...
kapalı gözlerime vuran güçlü ışıkların,dışarda çoğalan seslerin varlığı;otobüsün kesilen hızı,anayoldan ayrılırken alınan bir dönüş ve bir anda yakılan iç lambaların çiğ aydınlığında görülen yolcuların dağılmış yüzleri,bir mola yerine geldiğimizi söylüyordu.
Otobüs yolculuklarının en sevmediğim yanıydı bu:uykusu bölünmüş bu insanların uyanırken ki şaşkın,saç-baş dağınık hallerini görmek,onların mahremine girmek gibi geliyordu...
Uyanırken ki yüzümüzün,ancak yakınlarımızın görebileceği bir özelimiz olması gerekirken,otobüs yolculuklarında ulu orta yaşanan bir insanlık hali olup çıkıyordu.
Ya şu yan taraftaki kadın gibi ağzım açılıp çenem düşerse uyurken,ya aralık kalmış dudaklarımın kıyısından aşağıya doğru ince bir salya sızarsa,ya bende arkadaki bey gibi horlayacak olursam gibi kuşkular uykumu kaçırmaya yetiyor,faltaşı gibi açılmış gözlerle yolculuk ediyordum...
zaten bu otobüs yolculuklarında genel bir uykusuzluk çekmem yetmiyormuş gibi,ne zaman binbir zahmetle şöyle bir kestirecek olsam,beş-on dakikaya kalmadan otobüsün bir mola yerinde duracağı tutardı;uyku ile uyanıklık arasında kalmış iyice sersemlemiş bir kafayla inerdim arabadan.defalarca denediğim talihin kötü bir şakasıydı bana.yolculuk tanrısı benimle alay ediyor olmalıydı....

Geceye not

 Uykusuz bir gece daha Kafamın içindeki sesleri susturamıyorum Martıların çığlıklarına karışıyor içimdeki gürültü Düşünceleri sıraya dizmeye...